ZÜMRÜT PALAS
Muzaffer
Hanım, uyandığında ortalık zindan
gibiydi. Kaç kere tembihlemişti oysa Hacer Kalfa’ya hava kararır kararmaz idare
lambasını yakmasını. O incecik, cılız sarı ışık olmadan nasıl bulacaktı
tuvaletin yolunu? Yarın ilk iş, Mevlüd Efendiyle konuşup Hacer Kalfa’nın işine derhal
son verilmesi emrini vermek olacaktı. Terliklerini zor zahmet bulup giydi.
Ayaklarını sürüye sürüye ve duvarlara tutunarak kapıya kadar gidip elektrik
düğmesini çevirdi. Odaya sapsarı ışık doldu. Işıktan gözleri kamaştı. Bir süre
bekleyip gözleri ışığa alışınca yine duvarlara tutuna tutuna tuvaleti buldu.
Ayak seslerine uyanan Hacer koşup Muzaffer Hanım’ın koluna girdi. Bir yandan da
söyleniyordu mırıl mırıl, “ Ah hanımım, seslensene bana, düşüp kıracaksın bi
yerini. Sonra işin yoksa…” “Hiiç konuşma sen”
dedi Muzaffer Hanım. “Topla pılını pırtını, git başka iş bul kendine
yarın.” Hacer alışkındı yaşlı kadının
olur olmaz laflarına. Alzheimer, evlerden ırak,
böyle yapıyordu adamı işte. Yarın sabah bütün bunlar hiç olmamış gibi
Hacer’e onlarca iş buyurur, olmayan müşterilerin yatak çarşaflarının
değiştirilmesini ister, akşamüzeri Hacer’i Mal Müdürü’nün karısı Lütfiye Hanım sanıp
beş çayına davet eder, akşam yemeğinde, yıllar önce veremden ölmüş kız kardeşi
Gazanfer Hanım niyetine karşısına oturtur yemek yerlerdi Hacerle.
Kasabanın orta yerinde, beşer katlı
apartmanların, iş merkezlerinin arasında, kırık bir diş gibi kalakalmış, iki
katlı, taş bir binaydı Zümrüt Palas. Yıllar önce, Muzaffer Hanım’ın, Ankara’daki memuriyetinden istifa edip baba
ocağına yerleşmeye karar veren kocası Mithat Bey’in babasından miras kalan taş
bina, biraz da Muzaffer Hanım’ın kırılamaz inadıyla, özene bezene tadilattan
geçirilip, İtalya’dan getirtilen
mobilyalarla döşenip, eşi benzeri İstanbul’da bile görülemeyecek bir
motele dönüştürülmüştü. Mithat Bey’in
babasından kalan mirasın yarısını yemişti motel gerçi; ama değmişti de. Bu küçücük sahil kasabasına büyük şehirden
gelip gözlerden ırak birkaç gün geçirmek isteyenlerin gözdesi olmuştu Zümrüt
Palas. Kimleri ağırlamamıştı ki vaktiyle… Kasabanın ilk yılbaşı partisine ev
sahipliği yapınca ünü yayılmış, İstanbul sosyetesinin gözde mekanı haline
gelmişti. Sonra efendim, neydi o cumhuriyet balolarının ihtişamı… Günler öncesinden
yer ayırtırdı müdavimleri.
Zamanla kasabada daha modern, daha yeni otellerin açılmasıyla yıldızı eskisi
kadar parlamasa da, yıllar önceki halini
koruduğu, geçmişi çağrıştırdığı için
eskiyi arayanlarca bir süre daha rağbet görmüş, giderek ayda bir iki
gariban yolcunun gelip belki bir iki gece konakladığı ucuz bir motele
dönüşmüştü Zümrüt Palas. Mithat Bey’in ölümün ardından İzmir’de avukatlık yapan
oğulları Kemal, moteli satıp annesini de yanına almak istemiş, Muzaffer
Hanım’ın itiraz kabul etmeyen red cevabıyla binayı satmayı başaramamıştı. Yıllar sonra Alzheimer olan annesini, motelin
emektarları Hacer ve kocası Mevlüd Efendi’ye emanet etmiş, motelin geliri
karşılığında annesinin bakımını üstlenmelerini istemişti. Motel olarak çok da
rağbet görmeyen Zümrüt Palas, Hacer’in ve Mevlüd Efendi’nin elinde iyi işleyen
bir esnaf lokantasına dönüşmüştü. Motel’in odalarına yerleşen karı koca,
Muzaffer Hanım’a bakıp gözetmeleri karşılığında kârlı bir anlaşma yapmışlardı
yapmasına ya, bu anlaşma Muzaffer Hanım’ın ömrü ile sınırlıydı. Yaşlı kadın
ölmesin diye gözünün içine bakar olmuştu Hacer ve kocası. Sırf bu yüzdendi aslında,
Hacer’in Muzaffer Hanım’ın tek başına tuvalete gitmeye çalışmasına itirazı.
Hacer,
Muzaffer Hanım’ı yatağına yatırıp gidip uyuyacaktı ki yarın için kuru fasulyeyi
ıslatmayı unuttuğunu fark etti. Mutfağa gidip koca bir tencerenin içine boca
etti iki kilo kuru fasulyeyi. Yanına pilav, piyaz, bi de ızgara köfte… Tamamdı işte yarının
menüsü. Akşam yemeğinde yediği turşu mu yakmıştı içini ne, koca bi bardak suyu
dikti kafasına. Mutfaktan çıkacakken dışarıda bir gürültü duydu. Cama gidip
bakmasına fırsat vermeden kapı çaldı. Birileri ısrarla zile basıyordu. Zil
sesine Mevlüd Efendi fırladı kalktı yatağından. “Gecenin bu vaktinde hayrolsun”
diye korkuyla söylendi adam. Bu saatte çalan telefondan da kapıdan da hayır
gelmezdi ya… Karı koca koşup kapıyı açtıklarında, en önde bir polis
memuru, sekiz on kişinin ellerinde çantalar, basamaklarda yalvaran gözlerle
bekleştiğini gördüler. Uykusuzluktan gözleri kızarmış polis, bir an önce
mevzuyu anlatıp, karakola dönmek niyetindeydi. “Tiyatrocular Mevlüd Efendi”
dedi. “Otobüsleri bozulmuş, kalakalmışlar Uzunkavak’ın oralarda. Bu gece
yatacak yer lazım şöyle ucuz yollu. Sende oda vardır herhal…”
Hiç
beklenmedik anda çıkıp gelen müşterilerin bırakacağı paranın düşüncesi, uyku
sersemliğini bir çırpıda silip atmıştı Mevlüd Efendi’nin gözlerinden.
Müşterileri lokantanın masalarına buyur edip ocağa çayı oturttu. Hacer’i
odaları hazırlamaya yolladı. Peynir, zeytin falan koydu masalara. Biraz da
akşamdan kalan çorba… Yorgunluktan aş ekmek görecek göz kalmamıştı hiç
birisinde. Çaylarını içerken bir iki cümle alabildi Mevlüd Efendi ağızlarından.
Amatör bir tiyatro gurubuydu. Turneden dönüyorlardı ve ne şans ki, kasabanın
girişinde bir yerlerde otobüsleri bozulmuş, ite kaka karakola kadar güç bela
gelebilmişlerdi. Nöbetçi polis, hem ucuz, hem yakın olduğu için ekibi Zümrüt
Palas’a getirmişti. Çaylarını içip bir iki lokma atıştırdıktan sonra herkes
Hacer’in gösterdiği odalara dağıldı.
Müşteriler öğlene doğru birer ikişer odalarından çıkıp aşağıya
indiklerinde Muzaffer Hanım cam kenarındaki berjerine oturmuş, motelin
merdivenlerinde şamata yapan gençleri izliyordu. Ekibin
yönetmeni olan, uzun, atkuyruğu saçlı genç adam Muzaffer Hanımın karşısındaki
koltuğa oturup cep telefonunda birileriyle konuşmaya başladı. Karşısındaki
yabancının bir selam bile vermeyişine sinirlenen Muzaffer Hanım, yaşlı kısık
sesiyle Hacer’i çağırdı. “Kim bu edepsiz Hacer Kalfa? Neden alıyorsunuz bu
adab-ı muaşeret fukaralarını içeri?”
Hacer, müşteriye duyurmamaya çalışarak, biraz da çocuğunu azarlayan anne edasıyla kaş göz edip durumu açıklamaya
çalıştı Muzaffer Hanım’a. İçerideki kalabalığın ve karşısında oturan adamın bir
tiyatro ekibinin elemanları ve motelin
müşteri olduğunu anlatması kolay olmadı.
Fransız
Kız Lisesi mezunu Muzaffer Hanım, okulun tiyatro gurubunda oynadığı günlere mi
gitmişti ne, titreyen bacaklarının üzerinde tay tay duran çocuklar gibi
güçlükle ayağa kalkıp, ellerini kollarını havada ağır hareketlerle uçuşturarak
Fransızca bir şiir okumaya başlayınca ekibin üyeleri sardı etrafını. Tek
kelimesini bile anlamasalar da kulak aşinalığıyla Fransızca olduğunu anladıkları gösteriyi pür dikkat izlediler. Gösteriyi bitirip,
eğilebildiği kadar eğilip izleyicilerini selamlayan Muzaffer Hanım, gençlerin
alkışları ve yardımlarıyla koltuğuna oturdu. Yaşlı kadının gözlerinden,
çoktandır kimselerin görmediği bir parıltı geçip gitti. Tek tek baktı genç
izleyicilerinin gözlerine. Birden,
ağlamakla gülmek arası bir yüzle ekibin en genç oyuncusu Zuhal’e dikti
gözlerini. Kendi kendine söylenir gibi bir sesle ellerini uzattı Zuhal’e. “Zümrüt’üm, ne zaman geldin sen? Baban mı
getirdi seni bana?” Yaşlı, buruşmuş bir
çift eli havada bırakmak istemedi Zuhal. Koltuğun yanına diz çöküp Muzaffer
Hanım’ın ellerini tuttu. Belki de oynamaya devam ediyordu yaşlı kadın. Bir kaç
dakika önce izledikleri performanstan sonra, şu yaşadıklarının da bir oyun
olmadığını kim söyleyebilirdi ki? Hacer
gelip yanına ilişti Muzaffer Hanım’ın. “Yok hanımım” dedi. “Zümürt değil o.
Müşteri o, müşteri…” Sonra gençlere dönüp, fısıl fısıl, durumu açıklamaya
çalıştı. “ Kusuruna bakmayın, kendisi Alzheimerdır da… Beni hatırlamaz, günde
kırk kılığa sokar, amma eskilerden ne varsa bugün gibi bilir. Böyle bi meret
işte bu hastalık. Zümrüt kimdir bilmem. Akrabası falan herhal. Her gördüğü kızı
Zümrüt sanır.”
Akşama doğru at kuyruklu yönetmen neşeyle girdi salona. “Toparlanın
arkadaşlar” dedi. “Otobüs hazır. Yola çıkıyoruz.” Kısa bir pazarlıktan sonra hesabı ödeyip çıktılar
motelden. Zuhal, Muzaffer Hanım’ın yanına yaklaştı. Cep
telefonuna bakıp, Muzaffer Hanım’a doğru eğilip “ au revoir madame (1)” dedi.
Muzaffer Hanım Zuhal’in ellerini tuttu. Gözlerine uzun uzun baktı.
Fısıldadı, “ au revoir belle fille
Zümrüt(2)”
(1) Hoşça
kal madam
(2) Hoşça
kal güzel kızım Zümrüt
17.02.2015