Muhabbetname- Neslihan Çoban

Dostlar merhaba. Bunca üzüntünün, acının arasında yüzümüzü güldüren güzel şeyler de oluyor. Geçen hafta İzmir’in bir ilçesinden, hiç tanımadığımız bir arkadaştan mektup aldık. Samimiyetine, doğallığına ve yaşadığımız sorunlar karşısındaki duyarlılığına çok teşekkür ediyoruz. Bize izin verdiği halde ve hatalar yapmış olabileceğini defalarca bildirdiği halde biz düzeltilecek fazla bir şey görmedik. Bize yazdığın için çok teşekkür ederiz sevgili Neslihan. Öykülerini heyecanla bekliyoruz. Filiz Engin- Filiz Sonsuz

Cahili Kandırmak Çok Kolay Çünkü…

Filiz Engin Hanım ve Filiz Sonsuz Hanım, merhaba her ikinize de.

Ben Neslihan Çoban. Yazılarınızla facebooktan bir arkadaşım vesilesiyle karşılaştım. Bir ara düşündüm arasam facebooktan ikinizi de bulsam arkadaş olarak eklesem mi diye. Sonra vazgeçtim belki kabul etmezsiniz diye. Nede olsa tanımıyorsunuz beni. Size yazıp yazmamayı da çok düşündüm. Cesaret edemedim önce. Sonra da aman nolcak ki, beğenmezlerse gazetede basmazlar deyip mektubumu yazmaya başladım.

Aslında ben de yazıyorum ara sıra. Kimseye okutmadım yazdıklarımı. Daha çok da derdimi kağıda dökmek için yazıyorum çünkü. Eşimle kavga ettiğimizde yazıyorum en çok.   Sonra ne olur ne olmaz görür de kızar diye kaydetmiyorum yazdıklarımı. Derdimi yazınca içim hafifliyor sanki. Filiz Sonsuz Hanım, demiştiniz ya bir mektubunuzda, dert çok birikince oturup mektup yazmak istedim, diye. İşte o zaman sizlerin beni anlayabileceğinizi anladım. Çünkü siz de dertlerinizi yazarak kendinizi iyi hissediyorsunuz. Keşke tanışabilsek sizlerle. Ama birbirimize uzak yerlerde oturuyoruz anladığım kadarıyla. Yakın olsak mutlaka gelip tanışmak isterdim ikinizle de.

Dedim ya, sizlere mektup yazmak için çok düşündüm. Kitap okumayı seviyorum ama vaktim kalmıyor çok çok okumaya. İki çocuk, ev işleri felan derken akşam oluyor. Yorgunluktan ayakta duracak halim kalmıyor.  Güzel yazamam diye korkuyorum anlayacağınız. Çünkü liseyi bitiremedim. Derslerim iyiydi aslında. Ama lise ikinin yazında eşimle tanıştım. Aşık olduk birbirimize. Bırak okulu, kaçalım dedi. Çocukluk ettim. Okulu falan bırakıp kaçtım eşime. Yanlış anlamayın. Pişman değilim eşimle evlendiğim için. Sadece okulu bitirmediğime pişmanım. Annem hep derdi, oku kısa yoldan hemşire ol. Koca eline bakmazsın diye. Akıl işte. Zengin değiliz ama çok şükür namerde de muhtaç değiliz. Kendi yağımızla kavruluyoruz. Ama diyorum ki şimdi benim de işim olsaydı üç kuruş kazansaydım fena mı olurdu. Neyse bunlarla kafanızı şişirdim. Size mektup yazmak istedim çünkü bu seferkini silip atmak istemedim. Çünkü bu sefer sadece kendi dertlerimden bahsetmeyeceğim.

Rahmetli babam televizyonda haberleri hiç kaçırmazdı. Eşimde de var o alışkanlık. Bizim evde her akşam haberler mutlaka izlenir. Ama artık dayanamıyoruz. Kanal değiştiriyoruz, orada da haberler var. Eşim de ben de okuyamadık ama, seyrettiklerimizden anlıyoruz neler olup bittiğini. Otur anlat deseniz belki becerip anlatamayız. Ama olup bitenlere yüreğimiz dayanmıyor artık. Bir kızımız var. Allah bağışlarsa sekiz yaşında. Okul evimize çok yakın ama yine de on dakika geç kalsa okula gidiyorum kızımı aramaya. Caniler öldürüp bir kuytuya atarlar diye, Allah korusun, tecavüz ederler mi diye çok korkuyorum.  Oğlum daha küçük… İki buçuk yaşında... Ama zaman öyle kötü ki, oğlan çocuğu deyip sokağa salamayacağız onu da. Geçen hafta bizim burada liseli bir delikanlı uyuşturucudan öldü. Annesi kayınvalidemin komşusu olur. Kadına üzüntüden felç indi. İnsan evladına kondurmak istemiyor ama ya kötü arkadaşlara bulaşırsa, ya uyuşturucuya alışırsa diye şimdiden rüyalarıma giriyor. Okulların önünde satıyorlarmış uyuşturucuları. Hem de çok ucuzmuş. Nasıl yapabiliyorlar böyle bir şeyi aklım almıyor. Devletin polisleri nasıl yakalayamıyor bunları? Eskiden zengin çocukları alabiliyor denirdi. Şimdi çoluk çocuk harçlığıyla bile alabiliyormuş.

Kızım da oğlum da okusunlar istiyorum. Ama nasıl göndeririz başka şehirlere bilmiyorum. Sapıklardan korusak uyuşturucu var. Uyuşturucudan korusak başka şeyler var. Yeni kanun çıkardılar. Sizler daha iyi takip etmişsinizdir mutlaka. Yüzünü atkıyla bile kapatsan suç olacakmış. Ne yapacak bu çocuklar? Ama ben kararlıyım. Gerekirse peşlerinden giderim, onlarla geçiririm zamanımı, yine de okuturum çocuklarımı. Cahil kalmasınlar. Cahili kandırmak çok kolay çünkü. Aldanmasınlar karşılarına çıkan her laf canbazına. Akıllarını kullansınlar.   Hem de kendi ayakları üzerinde durabilsinler diye isterim okumalarını. Hele de kızımın okuması şart diye düşünüyorum. Nasıl bir insanla karşılaşır belli olmaz. İnşallah kıymetini bilecek, mutlu olacağı birisi olar eşi. Ama ya olmazsa? Kendisini ezdirmemesi için her şeyden önce kendi parasını kazanması lazım değil mi? Kendi hakkını koruyabilmesi için okuması şart değil mi? Bu yüzden gerekirse peşlerinden gideceğim ama okutacağım çocuklarımı.

Mektubumun başında dediğim gibi, mektubum gazetede yayınlanacak kadar iyi değilse yayınlamayın. İnanın gücenmem. Sizin okumanız bile yeter bana. Ama beğenirseniz belki ileride ben de bir hikaye yazar yollarım size. Aklımdan geçiyor bazen hikaye yazmak.   Okuldayken çok hikaye okurdum. Edebiyat öğretmenimiz yazdığım kompozisyonları beğenirdi. Ama yıllar geçti üstünden. Pek çok yanlışlıklar yapmış olabilirim. Eğer bu mektubu yayınlamak isterseniz, yanlışlıkları düzeltebilir misiniz rica etsem? Facebookta yayınlarsanız ve arkadaşıma ulaşırsa bana yollayacak bu yazıyı. Oradan görürüm düzeltmelerinizi. Hem de yeniden öğrenirim doğru yazmayı. Şimdi bu mektubu yazarken masaya bir imla kılavuzu koydum. Ona bakarak yazıyorum. Ama yine de yanlış yaptığım yerler varsa kusuruma bakmayın.

Bu kadar uzun yazabileceğimi tahmin etmiyordum başlarken. İki sayfa olmuş bile. Şimdilik bu kadar olsun. Belki ileride tekrar yazarım. Sizlere kolay gelsin diyor, başarılarınızın devamını diliyorum.



 11 Şubat 2015 

Muhabbetname- Sevgi Pınar Karali

İstanbul’da yaşayan, üniversite öğrencisi genç bir arkadaşımız, Sevgi Pınar Karali yurt dışındaki kardeşiyle dertleştiği mektubunu bizimle paylaştı. Biz de gençlerimizin ortak sorunlarından söz eden bu mektubu sizlerle paylaşıyoruz.  Sevgili Sevgi’ye köşemize katıldığı için en içten teşekkürlerimizle… Filiz Engin-Filiz Sonsuz


Kelebek Mezarlığı

Selam Sevda,

Biliyorum sana yazmayalı uzun zaman oldu. Beni anla, hayat yarışının içinde koşturup duruyorum işte. Bir önceki mektubumda bir an önce mezun olmak istediğimi yazmıştım, şuan ne istiyorum biliyor musun? Çok daha hızlı bir şekilde mezun olmak! Yapmak istediğim o kadar çok şey, olmak istediğim o kadar çok yer var ama benim ne vaktim var ne de naktim. Gerçi sonra mezun olunca başlayacak iş koşturmacası geliyor aklıma. Tabi o da şanslıysam, her gün gördüğüm işsizler ordusuna katılma payımın bir hayli yüksek olduğu gerçeği bazen soğuk soğuk terlememe sebep oluyor. Ya emeğimi sömürecek bir patronum olursa? Sabahın köründen akşama kadar zaten zengin olan patronumun daha zengin olmasını sağlarsam... Yorgunluk, haksızlığa uğramışlık… Hayır! Onca seneyi bunları yaşamak için okumadım. Öyleyse KPSS’ ye girer devlet memuru olurum diyorum, sonra aklıma KPSS sınavında yaşanan kopya olayları geliyor. Bir de çevremde şu çokbilmiş insanlar yok mu? Yok, neymiş efendim Fransızca öğretilen okul mu kalmışmış, özel okullar zaten yurtdışından gelenleri çalıştırıyormuşmuş. Hayır, yani demiyor ki ömrünün dört senesini bir dil öğrenmeye adamışsın, bir lisan bir insan sonuçta, illa ki ekmek parasını kazanırsın. Sanki bir dil öğrenmek bir haftalık iş. Tek yaptığı oturup evlilik programları izlemek olan bu insanlar geleceğe yönelik umutlarımı söndürmeyip daha da hırslanmama neden olsa da, yıpranan sinirlerim okul hayatımda olsun, sosyal hayatımda olsun her şeye çabucak kızmama ve sonra bu kızgınlığımı yatıştırma konusunda biraz zorlanmama sebep oluyor.

 Hadi bunlar bir yana, ülkenin durumundaki bu geriye doğru gidiş ne olacak? Erkek egemen bir dünya yaratılmaya çalışıldıkça bize, okuyan kadınlara çok daha fazla yük biniyor. Anlayacağın işim zor.  Neyse sağlığımız yerinde olsun diyecek oluyorum ama o da gidip geliyor. Sana beyin MR’ı çektirdiğimden bahsetmiştim, sonuçlar geldi, telaşlanacak bir şey yokmuş. Kronik migren teşhisi konuldu, tedavi olarak ağır bi anti-depresan. Zaten dönem başından beri kullandığım anti-depresanı ara tatilde zar zor bırakmıştım. Öyle ya da böyle yaşanan bunca saçmalığa ancak böyle dayanabildiğimi kabullenip paşa paşa kullanmaya başladım yine. Neyse, bu kadar dertlerden bahsetmek yeter. Tatilin sonlarına doğru sıkıldım, en az bütçeyle yapılabilecek ve beni daha fazla düşünmekten alıkoyacak bir aktivite aradım.  Sonra dolabımı senin en sevdiğin renge; maviye boyadım, üstüne de bir kaç koyu mavi dalga ve beyaz köpükler kondurdum. Yaparken beni oyaladı da, sonrasında onu her gördüğümde aklıma sen geldin, özledim. Her zamanki olaylar yani.

    İşsizlik dedim de aklıma geldi, biliyorsun Ozan Abi uzun bir süredir iş arıyordu. Sonunda bir iş buldu, ama Marmaris’te. Bir hafta oldu oraya taşınalı, zaten her şey bir anda gerçekleşti. Onun arkasından da Özgür Abla gitti, ona da orada iş bulacaklarmış. İkisi de üniversite mezunu ve ikisi de İstanbul'da hak ettikleri maaşı alabilecek, insanca çalışma saatleri olan bir iş bulamadılar. Aslında ben de kalmak istemiyorum burada. İstanbul dışı değil aslında, direk olarak Türkiye dışında yaşamaktan bahsediyorum. Aslında gezi olaylarından beri var bu aklımda. Ama sonra diyorum, herkes giderse kim kalacak?

    Bir de gitmekten bahsetmişken, geçenlerde yaptığım uçak yolculuğu geldi aklıma. Biliyorsun ilkini yazın yapmıştım ve keyifli geçmişti. Bu sefer hiç öyle olmadı. Kış olduğu için esen rüzgâr uçağın sık sık sallanmasına sebep oldu. O kırk dakika nasıl geçti sana anlatamam. Ellerimi öyle bir sıkmışım ki, tırnaklarım avuç içlerime batmış, normalde terlemeyen ellerim sırılsıklam. Yüzümdeki allak bullak ifade uçağın tekerlikleri yere iner inmez gülümsemeye dönüştü. Bir daha otobüs yolculuğundan sonra yok efendim sırtım tutuldu, aman aman boynum ağrıdı dersem bana bunu hatırlat. Paşalar gibi takar kulaklığımı sabah kadar yolu izlerim, yeter ki bindiğim araç yere bassın.

    Tatilde sana yazdığım sayfalarca mektuptan sonra bu sana kısa gelecek, belki tadı damağında kalacak ama dediğim gibi vaktim yok. Biliyor musun her tatil aynı yanılgıya düşüyorum. Vakit bollaşınca yaratıcılık iştahım kabarıyor, kafamın üstünde bin bir türlü proje renkli birer kelebek gibi uçuşuyor. Sonra birer ikişer konuyorlar, vakit bolluğundan bol bol bakım yapabildiğim, küçüklüğümde süt içerken oynayarak uykuya daldığım kıvırcık saçlarıma. Ben bu planların hayalleri içinde "daha önce neden yapmadım?" diye kendimi sorgularken bir de bakıyorum yine aynı yoğun zamanlar gelmiş, başımı kaşıyacak zaman kalmayana kadar elimi her kafama attığımda bir kelebek daha eziliyor. Sonunda yine, günü sağ salim bitirmeye odaklı, kafası kelebek mezarlığına dönmüş, mat ve bakımsız saçlı bir ben kalıyor geriye. Sonra diyorum “sanki iş hayatına girince farklı mı olacak?”. Bunca sıkıntıya rağmen cevabım hep olumlu oluyor inanır mısın? Gelecekte her şey daha iyi olacak gibi bir umut var içimde hep, belki gelecekte sen geleceksin diyedir. Sahi ne kadar kaldı dönmene, saymadım. Sayılı gün çabuk geçer derler ama ben üç basamaklı rakamları hesapladıkça gözümde daha çok büyüyor zaman. Eminim bu dediklerime kaşlarını çatıp "Abartma abla yaz sonu oradayım işte," diyeceksin. Öyle her dakika özlemiyorum tabi ki, arkadaşlarımla güzel vakit geçiriyor, sınav dönemi desen zaten ders dışında bir şey düşünemiyorum. Bence seni bu kadar etkilememesinin sebebi, senin gittiğin yerlerde birlikte hiç anımız olmaması. Ben nereye baksam sen varsın. Hatırlıyor musun bir kere sen bir durakta otobüs beklerken ben başka bir otobüsle geçiyordum. Sana telefonla otobüsün en arkasına bak diyip camdan delicesine el sallamıştım, yol boyunca diğer yolcuların garipseyen bakışları altında kıkırdamıştım sonra. Sen de beni arayıp sadece gülüp "Delisin işte," demiştin. Şimdi oradan her geçişimde istemsiz tebessüm edişim abartmamdan değil yani. Şimdi yine vizeydi finaldi derken zaman geçecek de, yazın ne yapacağım onu bilmiyorum. Belki bir işe girer hem kendimi meşgul eder hem de harçlığımı çıkarırım. Tabi öğrenciyim diye benim her türlü bilgi ve enerjimden ölesiye yararlanmak istemeyecek birini bulmalıyım. O da kaldıysa memlekette. Bakalım... 

  Bu arada kedimizi sonunda kısırlaştırdık. İki hafta önce oldu ameliyatı. Sana şimdi yazıyorum çünkü endişelenmeni istemedim. Biliyorum böyle konularda biraz evhamlısındır. Zaten narkozlu halini görünce iyi ki burada yoksun dedim içimden. Annemin onun için hazırladığı sepetten çıkıp düşe kalka o bilinçsiz haliyle senin odana geldi. Demiştim sana seninle yatmaya alıştırma, gidince arar seni diye. Öyle olunca yatağına ben yatıp onu da kucağıma aldım. Sonuç olarak şuan tamamen sağlığına kavuştu. Yine atlayıp zıplıyor, ben evde yokken de senin yatağında uyuyor.

Senden ne haber? Havalar, oralar, insanlar nasıl? Arkadaş bulma konusunda zorlanmayacağını biliyorum, kim seninle arkadaş olmak istemez ki? Evet bazen kaba ve anlayışsız olabiliyorsun ama bu senin arkadaşlığına sahip olmanın yanında ödenebilecek küçük bir bedel diye düşünüyorum. Mektupla beraber attığın fotoğraf çok şekerdi. Ayrıca sağ arkadaki sarışın çocuğun da tam senin tipin olduğu annem ve benim gözümüzden kaçmadı. Hadi hadi, varsa bir durum biz de bilelim. Sen böyle konuları konuşmayı sevmezsin, ama bir dene belki yazmayı seversin. Kardeş böyle bir şey demek ki, onca zamandan sonra döndüğünde sanki bir saniyelik arkanı dönmüşsün gibi olacak, oysa o özlem o kadar büyük ki, sen döndükten uzun süre sonra bile izi geçmeyecek gibi. Seninle eskiden yaptığımız sabah yürüyüşlerinde konuştuğumuz hayalleri, yüzümüze çarpan sabah güneşini ve denizin hem güzel hem kötü olmayı başarabilen kokusunu hatırlıyorum. Tüm yürüyüş boyunca sana gelecekte yapacağımız tatillerden bahsetmemi isterdin. O hayalleri gerçekleştireceğimiz, gittiğimiz yerde gülerek o anılarımızı konuşacağımız günlerin gelmesini dört gözle bekliyorum...

  En sevdiğin ablan Sevgi Pınar :)