İstanbul’da
yaşayan, üniversite öğrencisi genç bir arkadaşımız, Sevgi Pınar Karali yurt
dışındaki kardeşiyle dertleştiği mektubunu bizimle paylaştı. Biz de
gençlerimizin ortak sorunlarından söz eden bu mektubu sizlerle
paylaşıyoruz. Sevgili Sevgi’ye köşemize
katıldığı için en içten teşekkürlerimizle… Filiz Engin-Filiz Sonsuz
Kelebek
Mezarlığı
Selam
Sevda,
Biliyorum
sana yazmayalı uzun zaman oldu. Beni anla, hayat yarışının içinde koşturup
duruyorum işte. Bir önceki mektubumda bir an önce mezun olmak istediğimi
yazmıştım, şuan ne istiyorum biliyor musun? Çok daha hızlı bir şekilde mezun
olmak! Yapmak istediğim o kadar çok şey, olmak istediğim o kadar çok yer var
ama benim ne vaktim var ne de naktim. Gerçi sonra mezun olunca başlayacak iş
koşturmacası geliyor aklıma. Tabi o da şanslıysam, her gün gördüğüm işsizler
ordusuna katılma payımın bir hayli yüksek olduğu gerçeği bazen soğuk soğuk
terlememe sebep oluyor. Ya emeğimi sömürecek bir patronum olursa? Sabahın
köründen akşama kadar zaten zengin olan patronumun daha zengin olmasını
sağlarsam... Yorgunluk, haksızlığa uğramışlık… Hayır! Onca seneyi bunları
yaşamak için okumadım. Öyleyse KPSS’ ye girer devlet memuru olurum diyorum,
sonra aklıma KPSS sınavında yaşanan kopya olayları geliyor. Bir de çevremde şu çokbilmiş
insanlar yok mu? Yok, neymiş efendim Fransızca öğretilen okul mu kalmışmış,
özel okullar zaten yurtdışından gelenleri çalıştırıyormuşmuş. Hayır, yani
demiyor ki ömrünün dört senesini bir dil öğrenmeye adamışsın, bir lisan bir
insan sonuçta, illa ki ekmek parasını kazanırsın. Sanki bir dil öğrenmek bir
haftalık iş. Tek yaptığı oturup evlilik programları izlemek olan bu insanlar
geleceğe yönelik umutlarımı söndürmeyip daha da hırslanmama neden olsa da,
yıpranan sinirlerim okul hayatımda olsun, sosyal hayatımda olsun her şeye
çabucak kızmama ve sonra bu kızgınlığımı yatıştırma konusunda biraz zorlanmama
sebep oluyor.
Hadi bunlar bir yana, ülkenin durumundaki bu
geriye doğru gidiş ne olacak? Erkek egemen bir dünya yaratılmaya çalışıldıkça
bize, okuyan kadınlara çok daha fazla yük biniyor. Anlayacağın işim zor. Neyse sağlığımız yerinde olsun diyecek
oluyorum ama o da gidip geliyor. Sana beyin MR’ı çektirdiğimden bahsetmiştim,
sonuçlar geldi, telaşlanacak bir şey yokmuş. Kronik migren teşhisi konuldu,
tedavi olarak ağır bi anti-depresan. Zaten dönem başından beri kullandığım
anti-depresanı ara tatilde zar zor bırakmıştım. Öyle ya da böyle yaşanan bunca
saçmalığa ancak böyle dayanabildiğimi kabullenip paşa paşa kullanmaya başladım
yine. Neyse, bu kadar dertlerden bahsetmek yeter. Tatilin sonlarına doğru
sıkıldım, en az bütçeyle yapılabilecek ve beni daha fazla düşünmekten
alıkoyacak bir aktivite aradım. Sonra dolabımı
senin en sevdiğin renge; maviye boyadım, üstüne de bir kaç koyu mavi dalga ve
beyaz köpükler kondurdum. Yaparken beni oyaladı da, sonrasında onu her
gördüğümde aklıma sen geldin, özledim. Her zamanki olaylar yani.
İşsizlik dedim de aklıma geldi, biliyorsun
Ozan Abi uzun bir süredir iş arıyordu. Sonunda bir iş buldu, ama Marmaris’te.
Bir hafta oldu oraya taşınalı, zaten her şey bir anda gerçekleşti. Onun
arkasından da Özgür Abla gitti, ona da orada iş bulacaklarmış. İkisi de
üniversite mezunu ve ikisi de İstanbul'da hak ettikleri maaşı alabilecek,
insanca çalışma saatleri olan bir iş bulamadılar. Aslında ben de kalmak
istemiyorum burada. İstanbul dışı değil aslında, direk olarak Türkiye dışında
yaşamaktan bahsediyorum. Aslında gezi olaylarından beri var bu aklımda. Ama
sonra diyorum, herkes giderse kim kalacak?
Bir de gitmekten bahsetmişken, geçenlerde
yaptığım uçak yolculuğu geldi aklıma. Biliyorsun ilkini yazın yapmıştım ve
keyifli geçmişti. Bu sefer hiç öyle olmadı. Kış olduğu için esen rüzgâr uçağın
sık sık sallanmasına sebep oldu. O kırk dakika nasıl geçti sana anlatamam.
Ellerimi öyle bir sıkmışım ki, tırnaklarım avuç içlerime batmış, normalde
terlemeyen ellerim sırılsıklam. Yüzümdeki allak bullak ifade uçağın
tekerlikleri yere iner inmez gülümsemeye dönüştü. Bir daha otobüs yolculuğundan
sonra yok efendim sırtım tutuldu, aman aman boynum ağrıdı dersem bana bunu
hatırlat. Paşalar gibi takar kulaklığımı sabah kadar yolu izlerim, yeter ki
bindiğim araç yere bassın.
Tatilde
sana yazdığım sayfalarca mektuptan sonra bu sana kısa gelecek, belki tadı damağında
kalacak ama dediğim gibi vaktim yok. Biliyor musun her tatil aynı yanılgıya
düşüyorum. Vakit bollaşınca yaratıcılık iştahım kabarıyor, kafamın üstünde bin
bir türlü proje renkli birer kelebek gibi uçuşuyor. Sonra birer ikişer
konuyorlar, vakit bolluğundan bol bol bakım yapabildiğim, küçüklüğümde süt
içerken oynayarak uykuya daldığım kıvırcık saçlarıma. Ben bu planların
hayalleri içinde "daha önce neden yapmadım?" diye kendimi sorgularken
bir de bakıyorum yine aynı yoğun zamanlar gelmiş, başımı kaşıyacak zaman
kalmayana kadar elimi her kafama attığımda bir kelebek daha eziliyor. Sonunda
yine, günü sağ salim bitirmeye odaklı, kafası kelebek mezarlığına dönmüş, mat
ve bakımsız saçlı bir ben kalıyor geriye. Sonra diyorum “sanki iş hayatına
girince farklı mı olacak?”. Bunca sıkıntıya rağmen cevabım hep olumlu oluyor
inanır mısın? Gelecekte her şey daha iyi olacak gibi bir umut var içimde hep,
belki gelecekte sen geleceksin diyedir. Sahi ne kadar kaldı dönmene, saymadım.
Sayılı gün çabuk geçer derler ama ben üç basamaklı rakamları hesapladıkça
gözümde daha çok büyüyor zaman. Eminim bu dediklerime kaşlarını çatıp "Abartma
abla yaz sonu oradayım işte," diyeceksin. Öyle her dakika özlemiyorum tabi
ki, arkadaşlarımla güzel vakit geçiriyor, sınav dönemi desen zaten ders dışında
bir şey düşünemiyorum. Bence seni bu kadar etkilememesinin sebebi, senin
gittiğin yerlerde birlikte hiç anımız olmaması. Ben nereye baksam sen varsın.
Hatırlıyor musun bir kere sen bir durakta otobüs beklerken ben başka bir
otobüsle geçiyordum. Sana telefonla otobüsün en arkasına bak diyip camdan delicesine
el sallamıştım, yol boyunca diğer yolcuların garipseyen bakışları altında kıkırdamıştım
sonra. Sen de beni arayıp sadece gülüp "Delisin işte," demiştin. Şimdi
oradan her geçişimde istemsiz tebessüm edişim abartmamdan değil yani. Şimdi
yine vizeydi finaldi derken zaman geçecek de, yazın ne yapacağım onu
bilmiyorum. Belki bir işe girer hem kendimi meşgul eder hem de harçlığımı
çıkarırım. Tabi öğrenciyim diye benim her türlü bilgi ve enerjimden ölesiye
yararlanmak istemeyecek birini bulmalıyım. O da kaldıysa memlekette. Bakalım...
Bu arada kedimizi sonunda kısırlaştırdık. İki
hafta önce oldu ameliyatı. Sana şimdi yazıyorum çünkü endişelenmeni istemedim.
Biliyorum böyle konularda biraz evhamlısındır. Zaten narkozlu halini görünce
iyi ki burada yoksun dedim içimden. Annemin onun için hazırladığı sepetten
çıkıp düşe kalka o bilinçsiz haliyle senin odana geldi. Demiştim sana seninle
yatmaya alıştırma, gidince arar seni diye. Öyle olunca yatağına ben yatıp onu
da kucağıma aldım. Sonuç olarak şuan tamamen sağlığına kavuştu. Yine atlayıp
zıplıyor, ben evde yokken de senin yatağında uyuyor.
Senden
ne haber? Havalar, oralar, insanlar nasıl? Arkadaş bulma konusunda
zorlanmayacağını biliyorum, kim seninle arkadaş olmak istemez ki? Evet bazen
kaba ve anlayışsız olabiliyorsun ama bu senin arkadaşlığına sahip olmanın
yanında ödenebilecek küçük bir bedel diye düşünüyorum. Mektupla beraber attığın
fotoğraf çok şekerdi. Ayrıca sağ arkadaki sarışın çocuğun da tam senin tipin
olduğu annem ve benim gözümüzden kaçmadı. Hadi hadi, varsa bir durum biz de
bilelim. Sen böyle konuları konuşmayı sevmezsin, ama bir dene belki yazmayı
seversin. Kardeş böyle bir şey demek ki, onca zamandan sonra döndüğünde sanki
bir saniyelik arkanı dönmüşsün gibi olacak, oysa o özlem o kadar büyük ki, sen
döndükten uzun süre sonra bile izi geçmeyecek gibi. Seninle eskiden yaptığımız
sabah yürüyüşlerinde konuştuğumuz hayalleri, yüzümüze çarpan sabah güneşini ve
denizin hem güzel hem kötü olmayı başarabilen kokusunu hatırlıyorum. Tüm
yürüyüş boyunca sana gelecekte yapacağımız tatillerden bahsetmemi isterdin. O
hayalleri gerçekleştireceğimiz, gittiğimiz yerde gülerek o anılarımızı konuşacağımız
günlerin gelmesini dört gözle bekliyorum...
En sevdiğin ablan Sevgi Pınar :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder