ÇAY VE İHTİYAÇ MOLASI

                  Dolu dolu iki yıldır, on beş günde bir,  bu köşede yaşamı paylaşmak derdiyle yazıp çizdik dostlar.  Aklımız erdiğince, dilimiz döndüğünce, kalemimiz yettiğince bazen kendimizi, bazen sizi anlatmaya çalıştık sizlere ve kendimize.   Hani her yiğidin bir yoğurt yiyişi varmış ya, biz de yoğurdu böyle yedik işte.

                 Baktığımız her yerde bir öykü gördük. Komik öyküler, acıklı öyküler, sıradan öyküler, sıra dışı öyküler, daha önce yüzlerce kez yazılmış öyküler ve daha yazılmamış öyküler. Bir de kafamızın içinde dönüp duran, belki de hiç yazamayacağımız öyküler…  Yazabildiklerimizi kâğıda döküp serdik gözlerinizin önüne.

                Şiirler de vardı elbette. Öykülerimizin, denemelerimizin satırları arasında usta şairler gezindi durdu. Biz mi? Yok, haddimizi bildik hep. Ustalar yoldaşımız, dizeler yolumuz oldu, biz okuduk ve okuttuk. O kadar.

               
                 Bu yıl mektubun tadını çıkaralım dedik.  Evet, sesler telefon kadar yakınımızdaydı; ama işte yazının tılsımı vardı mektupta. Harflerin kıvrımı, kâğıdın kokusu, mürekkebin lekesi... Sona eklenen bir sevgi sözcüğü, kurutulup sayfalar arasına sıkıştırılmış bir begonvil yaprağı, bir çift masmavi kedigözü... Birkaç dost da, bizim gibi kapıldı yazının tılsımına. Güzel mektuplar geldi sayfaya. Hatta ben, okudunuz mu bilmem,  yıllar sonra doğması muhtemel torunuma bir mektup yazdım. Filiz haklı galiba, yaptığımız pek çok işte asıl derdimiz, fısıltı halinde de olsa geleceğe bir ses gönderebilmek. Umarım torunum fısıltımı duyar.

                 Konuklarımız oldu sayfalar dolusu. Sevindik. Gencecik insanlar ne de güzel izler bıraktı bu sayfalarda. Zuhal’in devrimci dostuna yazdığı o güzel mektup mesela, unutmak mümkün mü? Ferhat’ın insan olmaya dair satırları, Atakan’ın yazı hakkındaki o muhteşem denemesi, Songül’ün soluksuz okunan şahane anlatımı ve tabii ki Neslihan’ın su gibi duru seslenişi…

                Daha önce yazmıştım galiba. Sayfalarımızın adını sevgili Filiz Engin bulmuştu. “Naçizane”. Çok sevdik bu ismi. Ne kadar da kendi halinde, haddini bilen, derviş duruşlu bir kelimedir naçizane. Hayat karşısındaki o hep imrendiğimiz duruşun da adı bir anlamda. Kocaman kocaman harflerle konuşan çokbilmişlerden olmaktan sakınmak gerek, öyle değil mi? Alt tarafı, adına hayat dediğimiz, paldır küldür akıp giden debisi yüksek bu derede, son nefesine kadar yuvarlana yuvarlana köşelerinden kurtulan milyarlarca çay taşından birisiyiz işte. Amma ve lakin dostlar, bu nehir insanı fena yoruyor. Biraz durup dinlenmek, az biraz soluklanmak, bir miktar dolmak, donanmak, birikmek, biriktirmek gerekiyor. Okunacak, yazılacak, yaşanacak o kadar çok şey var ki, bütün bunlara hayatımızda biraz yer açmak için sizlerden bir süreliğine izin istiyoruz. Bize üç a y kadar müsaade…  Eylül’de görüşmek, Naçizane’de buluşmak umuduyla, esen kalın.26.05.2015 SONSUZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder