MUHABBETNAME-DENİZ OLDFIELD

İspanya’dan mektup var
Merhaba Amiga,

Eğer sen erkek olsaydın amigo demem gerekecekti. İspanyolcada kelimeler cinsiyete göre değişiklik gösteriyor çünkü...  Amigo ya da amiga... Yani arkadaş... Her dilde güzel bir sesi var bu kelimenin sanki… Sence de öyle değil mi?

Ne zamandır senin beklediğin, benim yazmayı planladığım ama bir türlü fırsat bulamadığım mektuba nihayet başladım. Bir kadeh şarap eşlik ediyor bana bu satırları yazarken. Yeri gelmişken söyleyeyim, burada şarabın fiyatını duyunca şapkan uçacak ve alelacele gelmenin yolunu arayacaksın. Dilimize damağımıza uygun gayet lezzetli 70’lik bir şarap, sıkı dur söylüyorum, iki Euro… Türkçesi altı lira değil yani… Tahmin edeceğin gibi bunun tek bir nedeni var, vergi çok düşük… Gerçi iyi mi, kötü mü bu durum emin değilim. Neden dersen şarapçı olduk çıktık yahu…

Yirmi beş yıl Londra’da yaşadıktan sonra şimdi buralarda sudan çıkmış balık gibiyim dersem yalan olmaz. Bir köy yaşamı içindeki insan ilişkileri beni en çok şaşırtan… Oysa bilmediğim bir yaşam biçimi de değil, sadece unutmuşum. Mesela geçen akşam ne oldu biliyor musun? Kocamla bir bara gitmiştik ve gece geç vakit eve döndüğümüzde kocamın şapkasını oturduğumuz barda unutmuş olduğunu fark ettik. Geri dönmedik tabii, neyse giden gitti diye düşündük. Ertesi gün bir poşetin içinde kapımıza asılı bulduk şapkayı. Henüz iki haftadır yerleşik yaşama geçtiğimiz bu köydeki insanlar bizi tanıyor, nerede yaşadığımızı biliyor ve unuttuğumuz şapkayı evimizin kapısına kadar getirmeye üşenmiyor!

Neyse biraz daha başa döneyim. Sen bir yığın detayı merak edersin şimdi. Biliyorsun Ekim sonu çıktık yola Londra’dan… İçimdeki heyecanı tahmin edersin. Hayalini kurmak, kurgulamak iki yılımızı almıştı. Beklemek zorunda olduğumuz koşullar yerli yerine oturmuştu. Ve biz on sekiz ay sürecek, başka bir ülkede, bambaşka ve hiç bilmediğimiz bir dil ve yaşam biçimiyle iç içe olmak üzere, üstelik kurduğumuz hayaller dışında hiçbir ön hazırlık yapmadan bastık gaza… Çok da iyi etmişiz böyle yapmakla. Bir aya yakın İspanya topraklarında dolanmak, yaşamak üzere seçeceğimiz o küçük alanı bulmak süreci gerçekten keyifliydi. Sen de hep dersin ya, “Yolda olmak,” en güzeli diye…

Sonunda Viver’i bulduk. Kış aylarında 1400 kişinin yaşadığı, yaz aylarında nüfusun çoğaldığı bir köy burası. Dağdayız, yaşlandıkça insan deniz kenarlarından dağa doğru mu çekilmek istiyor nedir? Aslında denize uzaklığımız araba ile yarım saat ama köye çam ağaçlarıyla donanmış dağların arasında kaybolan yollardan çıkıp inerek varıyoruz. Köyün denizden yüksekliği yaklaşık 559 metre.

Ama iş köyü bulmakla bitmiyordu tabii, yaşanacak evi de bulmak gerekiyordu. Sözün tam burasında Pilar’dan bahsetmek zorundayım. Yahu senin hiç seni görünce hararetle sarılıp öpen bir emlakçin oldu mu?

Önce telefonda tanıştık onunla. Gördüğümüz bir broşürde beğendiğimiz evin altında onun telefon numarası vardı. Olmayan İspanyolcamızla ve onun da yarım yamalak İngilizcesiyle güç bela bir randevu ayarlayabildik. Ofisini bulmakta hayli zorluk çektik. Neden dersen adresi bulduk bulmasına da vitrininde yabancı ülkelerin tatil broşürleri mi istersin, kapı girişinde yapay çim numuneleri olan bir standı mı istersin ne ararsan vardı. Yani bir emlakçinin ofisine geldiğimize bir türlü ikna olamayıp kapısında dikildik bir süre. Sonradan anladık tabii, İspanya’nın son 4-5 yıllık inşaat endüstrisinde yaşadığı kriz Pilar’ı da etkilemiş ve bulduğu her yolla para kazanmaya çalışıyordu. Sonra o kapıda bizim alık alık duruşumuzu görüp başta da dediğim gibi kırk yıllık arkadaşmışız gibi gelip boynumuza atıldı.

Pilar ellili yaşlarını süren, fazla özen gösterilmemiş dalgalı boyalı saçları, balıketinin ötesine geçti geçecek ama uzun bacaklarının bu görüntüyü hafiflettiği ilk arkadaşımız oldu buralarda. O yüzden benim için değerli ve böyle uzun uzun bahsediyorum kendisinden. Ertesi gün bizimle ev göstermek için köyde buluşmaya gelirken,  elinde fırından yeni çıkmış Altura kasabasının ünlü meyveli çöreği ile hoplaya zıplaya geldi. Çöreği uzatırken “Bunu kahvaltıda ye, bundan sonra başka türlü kahvaltı edemeyeceksin,” dermiş gibi geldi bana. Dil bilmiyorum ya henüz… Valla bölgenin suyundan mıdır nedir kadınlar çok enerji dolu...

Evi bulup yerleşmemiz sürecini uzun uzun anlatmayacağım. Fakat bir şeyi belirtmek istiyorum bu konuyla ilgili. Bir toplumu anlamanın diğer bir yolu da kiralık ev gezmekmiş meğer. İnan öyle çok şey öğreniverdim ki, dil bilmemenin neden olduğu o sağır/ dilsiz durumumda bile.
Köye yerleştikten sonra bölgedeki bizim usul pazarları keşfettim. Haftanın belli günü belli kasaba ya da köyde kurulan pazarlar söz ettiğim... Ama sen daha şanslısın, çünkü burada asla seçmece yok. Buna karşılık senin Burhaniye pazarında yaşayamayacağın bir şey var burada. Aldığın miktarı çoksa indirim yapıyorlar. Mesela enginarın bir kilosu 1,5 Euro, iki kilosu 1 Euro diye yazıyor etiketlerin üzerinde… Sesler ise dili değişik olsa bile birebir aynı… “Geeell, ucuza geeell,”…Ha bu arada senin anlata anlata bitiremediğin o kavuniçi mantarlar bu pazarda da satılıyor. Bir ara nasıl pişirdiğinin tarifini yaz bana.

Yemekten bahsetmişken kabak tatlısı meselesine girmeden yapamayacağım. Akdenizlinin tembelliğinden doğmuş şahane bir tatlı… Biz kabak tatlısını yaparken o koca kabakla nasıl boğuşuyoruz değil mi? Ayıklamak için yani… İspanyollarsa işin kolayını bulmuş. Bal kabağını ortadan ikiye bölüyorlar, çekirdeklerini temizliyorlar ve o haliyle, yani kabuğuna falan da dokunmadan ve şeker koymadan atıyorlar fırına. Kızarınca çıkarıyorlar. Masaya o haliyle getiriyorlar. Sen de kaşıklayarak afiyetle yiyorsun. Krema, kaymak, ceviz zevkine kalmış. Bu kadar kolay yapılıyor diye sakın lezzetsiz bir şey sanma… Gerçi buradaki kabaklar az bi şey daha küçük ama bana Türkiye kabaklarıyla da aynı sonucu verir gibi geldi. Deneyip haber versene…

Köyde bir kütüphane var. Orada emekli olmuş, genellikle 65 yaş üstü insanlara İspanyolcadan matematiğe ya da İngilizceye birçok konuda kurslar yapılıyor. Dili öğrenmek için ben de bu yolu seçtim şimdilik. Ya da seçmek zorunda kaldım. Malum köy yeri, öyle dil kursu falan yok tabii… Geldiğimin üçüncü günü tanıştığım genç ruhlu, enerji dolu Alisa, köyün cafesinde buluşup kahvelerimizi içtikten sonra -Alisa az da olsa İngilizce biliyor- bana köyün önemli mekânlarını gösterdi ve belediyenin yetişkin eğitim öğretmeni Estela ile tanıştırdı. Alisa ve Estela’nın konuşmalarından bütün anladığım Perşembe günleri öğleden sonra dörtte kütüphaneye gelmemi istedikleri oldu. Sonrası işte, dediğim gibi bu kursa gidiyorum.

Senin değişik tatlara ilgini bilip de Lagrima’dan, yani Gözyaşı’ndan söz etmemek olmaz… Yılbaşında benim İngilizce öğrettiğim ve onun da bana İspanyolca öğrettiği komşunun oğlundan bir hediye aldım. Hani makine yağı satarlar ya, öyle minik, kapkara bir teneke kutu… Üstünde süslü beyaz harflerle Lagrima yazıyor. Anlamadım, anlattı Manu.

 Bizim köyün de içinde yer aldığı Alto Palancia bölgesinde yetişen Serrana cinsi zeytinlerin ilk hasatının ürünü olan zeytinler aynı gün soğuk prese veriliyormuş ve ilk damlaları özel olarak 250 mililitrelik bu teneke kutulara ya da siyah şişelere doldurulup piyasaya sürülüyormuş. Farklı yeşil renge sahip ve daha önce tatmadığım, inanılmaz lezzetli aroması olan bir yağ bu… Koyu renkli ambalajın nedeni ışıktan korunup tadı bozulmasın diyeymiş. Eminim çok merak etmişsindir bu tadı, hiç merak etme gelirken bir kutu getireceğim.
Evet, bu ilk mektup daldan dala biraz da turizm broşürü gibi mi oldu bilmem. Ama sen de benden bu tür haberleri bekliyordun en çok. Yaşama ve insanlara dair detaylı mektuplar benim de bu yeni yaşama giderek daha çok dâhil olmamla yazılacak doğal olarak. Ben iyiyim. Londra’dan bir süre uzaklaşmak konusunda verdiğim karardan ötürü en küçük bir pişmanlık duymak şöyle dursun, sonsuz bir keyif içindeyim.

Değişik dillerden, kültürlerden insanları tanımak benim için tam bir macera tadında. İnsanların yüzeyde algıladığımız farklılığı, derinlerine inince nasıl da aynılığa dönüşüveriyor. Farklı coğrafyalarda dolaşırken en önemli gözlemim bu aslında… Neyse bu başka bir mektubun konusu olsun ve ben şimdi İspanyolca fiil çekimlerine geri döneyim.

 Özlemle kucaklıyorum,  Sen de yaz.


DENİZ OLDFIELD



KARAR SİZİN, GERÇEK İMZANIZLA YA DA TAKMA BİR ADLA
MEKTUPLARINIZI BEKLİYORUZ.
Posta Kutusu 65
Burhaniye/Balıkesir-TURKEY




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder