
Edebiyatı sınıflandırmaya, kategorize etmeye çalışanlar açısından hangi
çekmeceye koyacaklarına bir türlü karar veremediklerinden zorlayıcı bir şair
Metin Eloğlu. Garipçi mi desek, ikinci yenici mi desek diye dolandırılıp
duruyor. Bana kalırsa o bir şeyci değil; o kelimeleri azık torbasında, azık
torbası bir sopanın ucunda, sopa omzunda gezmeyi tercih etmiş bir seyyah.
Bunları onu tanıdığımdan ya da böyle bir bilgiyi herhangi bir yerde okuduğumdan
yazmıyorum. Sadece yazdıklarını okuyunca bende oluşan hissi dışa vuruyorum.
“İçtikçe içesim
geliyor gayrı ne bilgi ara ne hüner
Beni bu rakıyla baş başa bırakma
Adam olayım çalışıp para kazanayım
Beni böyle işsiz güçsüz bırakma
Beni uslandır beni yüreklendir
Beni deli edip bırakma
Bilsen nereleri var kalk gidelim
Beni hep buralarda bırakma
Beni aç bırak evsiz urbasız bırak
Beni sensiz bırakma
Beni ne yap biliyor musun
Beni yont beni arıt beni ayıkla”
Beni bu rakıyla baş başa bırakma
Adam olayım çalışıp para kazanayım
Beni böyle işsiz güçsüz bırakma
Beni uslandır beni yüreklendir
Beni deli edip bırakma
Bilsen nereleri var kalk gidelim
Beni hep buralarda bırakma
Beni aç bırak evsiz urbasız bırak
Beni sensiz bırakma
Beni ne yap biliyor musun
Beni yont beni arıt beni ayıkla”
Bahçıvan
Hasan Efendi ile Nahide Hanım’ın oğlu olarak 1927’de doğmuş kendisi, çocukluğu
Üsküdar’da geçmiş. Bu yüzden olsa gerek şiirlerinde sıkça rastlanıyor bu semte.
Örneğin bir şiirinde“Gel Kardeşim Üsküdar/
Hadi bize gidelim” demiş şair.
Biraz kırgın yaşamış Metin Eloğlu,
çağdaşı birçok şairden farkı yok bu bakımdan. Şairliği yanında ressammış da
kendisi. Her ne kadar işsizlik ve parasızlık itmişse de onu ressamlığa,
sonrasında resim de tıpkı şiir gibi onun için bir hayata tutunma vesilesi
olmuş. Evlenmiş, ayrılmış, yalnız kalmış. Güzin Ergur’la evliliğinden adını
Şiir koyduğu bir kızı olmuş. Fakat ayrılmalarından sonra Güzin Hanım’ın
Almanya’ya göç etmesiyle 11 yaşına kadar görememiş kızını. Başka aşklar, başka
evlilikler de yaşamış ama ayrılıkları, acıyı, hüznü, alkolü, yalnızlığı,
bunaltılı günleri peşi sıra bir çuval gibi taşıyıp durmuş.
“Eloğlu binlik bozdurur
Ben bozduramam
Eloğlu başını yastığa kor komaz uyur
Ben uyuyamam
Eloğlu sofrasında dokuz türlü
Benim aç yattığım olur bazen
Benim evim gecekondu
Eloğlunda apartıman
Eloğlunda ince müzik
Benimkisi aman aman
Benim kuru başım bana yeter
Eloğlunda karı kızan
Ben keçileri kaybettim
Eloğlunda usta çoban
Bu soyadı bana haram”
Sivri ve uzun dilliliğiyle nam salmış
şairin yazdıkları nedeniyle yargılandığı da olmuş. Biraz savruk, biraz
düzensiz, hayli asi ve bir o kadar da öfkeli bir karaktere sahipmiş.
Şiir kitaplarına verdiği isimler de oldukça değişik Metin Eloğlu’nun. Kelimelerle ilişkisi hakkında kısa yoldan
aydınlatıyor insanı. “Türkiye’nin
Adresi”, “Horozdan Korkan Oğlan”, “Rüzgâr Ekmek”, “Odun”, “Düdüklü Tencere”,
“Sultan Palamut”, Ayşemayşe”, “Yumuşak G”…
Bu arada meraklısına unutmadan söyleyelim, Yapı Kredi Yayınları bütün
şiirlerini tek bir kitapta topladı ve ‘Bu Yalnızlık Benim’ adıyla yayınlandı.
Her kim ki yaşama lezzet katan üç beş kelam etmiş, etmekle de kalmayıp
yazıya dönüştürmüşse bir gün bir yerden sıyrılıp geliyor kelimeleri bize... Bazen bir hikâyenin içinden, bazen bir roman sayfasının
arasından ve özellikle şiir olarak vücut bulmuş olanları gelip omuz başımızda
nefesleniyor, kendilerini fısıldıyorlar kulağımıza. Çoğu zaman bir karabasanın içindeymiş
gibi yaşadığımız, bize zehir zıkkım ettikleri hayatı sevilir kılıyor o
kelimeler.
Benim en sevdiğim ve bu aralar çok sık içimden geçirdiğim şiiri ile
bitiriyorum yazıyı.
Saygıyla, sevgiyle Metin Eloğlu… İyi ki geçmişsin bu dünyadan…
“Henüz yaşarken bu efendi umut;
Karanlık günlerin aydınlığa döneceği.
Karanlık günlerin aydınlığa döneceği.
Sakın tavsama sakın yüksünme;
İnsanın yarası sağken iyileşir
sağken omuz silkersin bunca engele
ergene, ereğine sağken ulaşırsın.
İnsanın yarası sağken iyileşir
sağken omuz silkersin bunca engele
ergene, ereğine sağken ulaşırsın.
Toprağın bitiminde bir su var, o
seni iletecek;
yaz tükendi miydi güz sofraları
dağların ardı ova
bulanığın sonu duru
Küfün altı meneviş.
yaz tükendi miydi güz sofraları
dağların ardı ova
bulanığın sonu duru
Küfün altı meneviş.
Etin, nohutun, zerdalinin tadı;
Ergenlik, barışıklık;
Özlemler kavuşmalar;
Ayışığı, ishak kuşu, aynalı çarşı
Sen yaşarken!
Ergenlik, barışıklık;
Özlemler kavuşmalar;
Ayışığı, ishak kuşu, aynalı çarşı
Sen yaşarken!
İbibikler sen yaşarken tüner eriğin
dalına
Mavilik sen yaşarken o tavanda gezinir
Sen yaşarken pembeleşir ortancalar.
Mavilik sen yaşarken o tavanda gezinir
Sen yaşarken pembeleşir ortancalar.
İşte aşkın, hürlüğün, tutsaklığın;
Koca beyazlık, günbaşı serinliği;
Sen henüz yaşarken, ölmeden önce!
Koca beyazlık, günbaşı serinliği;
Sen henüz yaşarken, ölmeden önce!
Son nefesinde; keşke şöyle
yapsaydım! deme
Aklını başına toplamak elindeydi
Yüreğini pekiştirmek zaten elinde.
Aklını başına toplamak elindeydi
Yüreğini pekiştirmek zaten elinde.
Söyle
Diriye, gümraha, düzenliye özenip
Kötü, viran, bozuğa gücenmez miydin?
Diriye, gümraha, düzenliye özenip
Kötü, viran, bozuğa gücenmez miydin?
Güzelle çirkini, yalanla gerçeği
tartacak terazi
Yaşarken elindeydi...
Yaşarken elindeydi...
İnsan yaşarken varır bir ölmezliğe.”
FİLİZ ENGİN