Dilek’i de tutamadık-Filiz Sonsuz

Hep aynı soruyu soruyorum kendime. Tam o anda ne yapıyordum? Sağlıklı bir durum değil belki de. Nasıl, ne zaman kaldı bu alışkanlık bende, onu da hatırlamıyorum. Ama yıllardır böyle. Bir yerlerde kötü bir şeyler olurken, mesela Soma’da maden insanların üzerine göçerken, Endonezya’da deprem olurken, inşaat işçisi karşı apartmanın üçüncü katından düşüp ölürken, çocuklar kurşunlanıp öldürülürken, evler taranırken, Özgecan bir manyağın ellerinde can verirken, babaannem son nefesindeyken, Aykut Barka beyin kanaması, Barış  Akarsu trafik kazası geçirirken, Ankara’nın göbeğinde bombalar patlarken… Tam o anda ben ne yapıyordum?

          Yemek yiyorsam tam o anda mesela, ya da eş dostla sohbetteysem, sahilde yürüyorsam, oğlumla konuşuyorsam telefonda, uyuyorsam ya da, korkunç bir eziklik çöküyor içime. Birileri bir yerlerde hayattan koparken, koparılırken, tam o anda bu keyfi yaşamaya hakkım yokmuş gibi,  öldürüyor beni. Oysa diyorum, bu ölüm anı mutlaka bir işaret yayıyordur evrene.  Frekansı düşük bir ses dalgası mesela… Ya da belli belirsiz hissedilebilecek bir koku. Başka hiçbir kokuya benzemeyen, bir anlık, uçup gidiveren ve burnumuz algılayabilse tüm insanlığın burnunun direğini sızlatacak bir koku. Her seferinde bu işareti kaçırmış olmanın utancıyla soruyorum kendime, tam o anda ben ne yapıyordum?

           Az önce geldi haber, Dilek Doğan ölmüş. Polis kurşunuyla göğsünden vurulan Dilek…  Bu gün 17.30’da… Dilek hastanede sonsuzluğa geçerken, tam o anda ben ne yapıyordum? Bir şeyler yazıyordum. Gencecik bir kadın, hayatındaki herkesin yüreğinde koca bir çukur açarak göçüp giderken ben bir şeyler yazıyordum. Ne öfke, ne üzüntü, ne acı… Hiçbir sözcük yetmiyor artık yitip giden canların bıraktığı duyguyu anlatmaya. Koca bir boşluk… Ve yine o soru. Tam o anda ben ne yapıyordum? Ölümün evrene yaydığına inandığım işareti hissedemeyecek kadar beni meşgul eden şey neydi?

            Sonra durup düşünüyorum, hissedebilseydim o işareti, ne yapardım ki? Her ne yapıyorsam olduğu yerde bırakır, ayağa kalkardım. Uyuyorsam uyanır, yemek yiyorsam ağzımdaki lokmayı bile yutamaz, duruşmadaysam hiçbir şeyi umursamaz ayağa kalkardım. Belki de, ellerini tuttuğumu hayal eder, özür dilerdim engel olamadığım için. “Affet bizi, beceremedik sana siper olmayı” derdim. Saçlarına dokunur sessizce kenara çekilirdim, annesine kalsın son kokusu diye. Yaptığım o saçma sapan şey her neyse, olduğu yerde bırakır, sokağa çıkar avaz avaz ağlardım belki.


            Tam da sizler ölürken, bizler maç izledik, denizi seyrettik, feysbukta nutuk attık, klavyenin başında savunmamızı yazdık. Yanınızda olamadık. Affedin bizi. Yetmedik, yetemedik, durduramadık. 25.10.2015 Sonsuz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder