Ender
merhaba… Senin çift yönlü sanatçı kimliğinden söz etmek istiyorum önce. Hem bir
fotoğraf sanatçısısın ve hem de oyuncusun. Bana ilginç geliyor bu durum. Neden
dersen bir tanesinde elindeki fotoğraf makinesi ile nesneleri ya da insanları
izleyen senken, diğerinde sahnedesin ve izlenilen durumuna geçiyorsun. Biri
diğerinin negatifi gibi nerdeyse… Bununla ilgili neler söylemek istersin?

Aslında
birinin diğerine neden olduğunu söyleyebilirim. İzmir’de öğrencilik yıllarımda
fotoğraf çalışmalarım esnasında aynı zamanda bir tiyatronun sahne
fotoğrafçılığını yapıyordum ve tiyatroya yakınlaşmamın ilk etkeni bu oldu.
İçimde bir ses o sahnede olmam gerektiğini söyleyip duruyordu bana. Şansım
yaver gitti ve mezun olduktan sonra Burhaniye’ye döndüğümde BBKT(Burhaniye
Belediyesi Kent Tiyatrosu) ile tanıştım.
Kurslarını takip etmeye başladım ve gördüm ki tiyatro yaşamın bir izdüşümü.
Tiyatroda çalışırken, hayata, insan karakterlerine ve düşünce yapılarına dair
birçok şey öğreniyorum. Bu, fotoğraf çekerken bana yeni bakış açıları
kazandırıyor. Ama aynı zamanda fotoğraf çekerken edindiğim deneyimler de
oyunculuk serüvenimde yol gösterici olabiliyor kimi zaman. Ben insanların
fotoğraflarını çekerken uzağı yakınlaştıran örneğin 70*300 mm tele objektifler
kullanmaktansa fotoğrafını çekeceğim kişinin diyalog mesafesinde olmasına
özellikle dikkat ederim. Zaten fotoğrafı çekmeden önce bir cümlelik dahi olsa
konuşarak bir iletişim kurmak isterim. O insan acı içinde mi, kızgın bir anı mı
yaşıyor ya da tam tersi mutlu olmasına neden olmuş bir şey mi var o sırada?
Belki bunu yüz ifadesinden anlayabilirim ama o birkaç kelimelik sohbeti
yaptığım takdirde yanılgım olamaz. İşte bu çekeceğim kareye bir duygunun
yerleşmesine neden oluyor ya da bunun yerleşmesi için çaba gösteriyorum. Ve bir
de çektiğim fotoğrafın bende elle tutulur gözle görülür gerçek bir anısının
oluşmasını sağlıyor birkaç cümlelik bu diyaloglar. Tabii insanları karelediğim,
fotoğraflar için söylüyorum bunu. Uzun bir konu bu bende ama tiyatroyla ilişkilendirmem
gerekirse insanlarla fotoğraf çekerken kurduğum bu sözlü iletişim tiyatro için
çok gerekli olan insana dair gözlem fırsatlarını çoğaltıyor hayatımda. Yani
kısacası iki ayrı sanatın içinde var olmam her ikisi için de artı bir değer
yaratıyor.
Ben, hangisi olursa olsun sanatla
ilgilenmenin ve daha da iyisi insanda bir sanatçı kimliğinin varlığının
Dünya’ya bakışta çok değerli olduğuna inananlardanım. Ama her emek sarf edilen
iş gibi bu işin de hayat içinde insanı zora sokan, yoran yanları var elbette.
Biraz bunlardan söz edelim mi? Önce oyunculukla başlayalım istersen.
Tabii.
Öncelikle bir oyun biranda sahnede izleyicilerin izlediği şekliyle ortaya
çıkmıyor. Arka planda aylar süren çalışmalar var. Kâğıt üzerine yazılmış bir
takım kelimeleri ve komutları anlamamız, karakterleri yazarın bize aktarmaya
çalıştığı biçimde analiz etmemiz, bize ait karakterin diyaloglarını
ezberlememiz ve sonra yönetmenimizin talepleri doğrultusunda sahnede
hareketlendirmemiz, seslendirmemiz yani tam anlamıyla ete kemiğe büründürmemiz
gerekiyor. Bütün bunlar da beraberinde bir özveriyi getiriyor. Bu özveri başka
işleri ya da hayata dair başka zevkleri bir kenara bırakarak elimizdeki zamanı
oyunculuğa aktarmamız anlamına geliyor. Benim için bu yorucu mu diye düşününce
aslında istediğim bir şeyi severek ve içimden geldiği için yaptığımdan
yorgunluktan söz etmek pek anlamlı olmayabilir ama evet, çalışırken hem beynim
ve hem de bedenim herkesinki gibi yoruluyor elbette.
Bu
konuda bir de şunu söyleyebilirim.
Tiyatro bir ekip işi olduğu için etrafında bu işi birlikte yaptığın
insanların duygu durumlarını gözleyebilmen gerekiyor. Sonuçta hepimiz insanız.
İyi günümüz, kötü günümüz var. Mümkünse herkesin sorunlarını çalışmaya gelirken
bir kenara bırakması en doğrusu ama bazen yapılamayabiliyor elbette. O yüzden
empatiyi hiç elden bırakmamak gerekiyor bu tür ekip işlerinde. Yani herhangi
bir sırada üstüne çok düşünmeden söyleyeceğin bir söz, bir yorum hep birlikte
yapılan bir işte sorunlar yaratabilir. Susulması gereken çok zaman oluyor. Ve o
sırada susmayı bilmek gerekiyor. Tabii
bunlar insanı geren, yoran şeyler sonuçta.
Yani tiyatro bir anlamda insanlar
karşısında sabrı da öğretiyor, insanı bir anlamda olgunlaştırıyor diyebiliriz,
öyle mi?
Evet,
ben böyle olduğunu düşünüyorum.
Peki, şimdi fotoğraf sanatçılığına
dönelim. Fotoğraf sanatçılığı tek başına yapıldığı için daha kolay ya da daha
özgür olunabilen bir alan diyebilir miyiz?
Evet,
şöyle... Oyunculuk deyince bir metin var, bir yönetmen var, diğer oyuncular var
ve oyuncu olan kişi bütün bunlara sıkı sıkıya bağlı. Rolüne elbette kendinden
de bir şeyler katıyor ama bütün saydığımız etmenlerin çerçevesinde. Ama fotoğraf çekerken durum farklı... Bir makinen ve bir de sen varsın. Yönetmen,
senarist, ışıkçı vs. teknik ekip de sensin. Böyle olunca evet, daha özgür, daha
doğrusu daha sınırsız olduğun söylenebilir fotoğraf çekerken.
Peki, fotoğrafçılıktan devam
edersek; fotoğraf sanatının birden çok alanı var, öyle değil mi? Doğa
fotoğrafçılığı, model ve moda fotoğrafçılığı, portre veya nesneler, savaş
fotoğrafçılığı ilk anda aklıma gelenler. Bir de set fotoğrafçılığı diye bir
kavram var ve sen bir süre önce bu alanda bir çalışmanın bizzat içinde oldun.
Çekimleri Ören ve Edremit’te yapılan ve şu sıralar Türkiye’nin birçok yerindeki
sinemalarda gösterime girmiş olan Hüddam filminin set fotoğrafçılığını yaptın. Teklif
film ekibinden mi geldi? Çekimler esnasında yaşanan enteresan olaylar var mı? Bu
deneyiminden söz eder misin biraz?
Aslında
hem oyuncuların bir kısmının ve hem de benim ekiple tanışmam BBKT aracılığıyla
oldu. Sonra benim fotoğraf sanatçısı
olduğum öğrenilince set fotoğrafçılığı teklif edildi. Benim için güzel bir
teklifti doğrusu. Yani manevi açıdan demek istiyorum. Tiyatro ekibindeki
arkadaşlarım ordaydı. Fotoğraf çekmeyi ve birlikte bir iş yapmayı, birlikte
üretmeyi seven bir insanım ben.
Set
fotoğrafçılığı deyince sadece oyuncuların fotoğrafını çekmiyorsun tabii. Orada
bulunan ve o film için emek veren bütün teknik ekip, yönetmeni, senaristi kim
varsa fotoğrafın konusu oluyor. Yani bir yandan eser ortaya çıkarken o eserin
ortaya nasıl çıktığının adım adım tanıklığını yapıyor fotoğraf makinesinin
vizörü. Görüntü yönetmeninin sürekli
yanındasın. Bir hikâye filme çekiliyor ve sen de set fotoğrafçısı olarak arka
planda o film çekiminin hikâyesini tarihe not düşüyorsun. Harcanan emeği
anlayabilirsin sanırım. Çalışma esnasında sen de set fotoğrafçısı olarak
sürekli ordasın. Gece yarılarına kadar hatta daha uzun sürebilen zamanlar
bunlar. Aynı zamanda çekilen fotoğraflar filmin reklam ve tanıtım
çalışmalarında kullanılan en önemli görseller oluyor sonrasında.
Yani pazarlama esnasında
kullanılacak görselleri set fotoğrafçısı mı yaratıyor?
Evet,
çoğu zaman öyle. Hüddam filmi tamamen bunların üzerinden yola çıkarak bir
reklam çizgisi oluşturdu. Özellikle internet ortamındaki tanıtımların nerdeyse
tamamında benim çektiğim set fotoğrafları var. Ayrıca bir şey daha eklemek
istiyorum. Set fotoğrafçısının çektiği karelerden afiş fotoğrafı da
üretilebiliyor. Örneğin yine Hüddam filminin afişi benim çektiğim bir
fotoğrafın üzerinde photoshop çalışması yapılarak üretilmiştir. Hatta bu bana
sorulmadan yapıldığı için gördüğümde de çok şaşırdığımı ve heyecanlandığımı
söylemeliyim.
Keyifli bir şey olsa gerek.
Çektiğin fotoğraf bütün bir ülkeye bir afiş vasıtasıyla yayılıyor sonuçta.
Evet,
öyle olması gerekirken maalesef o keyfi yaşayamadım ben bu ilk sinema filmi set
fotoğrafçılığı deneyimimde.
Niçin? Ne oldu?
Anlatayım
mı?
Anlat tabii… Ben sonuçta başta da belirttiğim
gibi senin içinde olduğun sanat dallarının özellikle tatsız bölümlerini,
bilmediğim arka plan meselelerini anlamaya çalışıyorum bu söyleşiyle. Hatta
sonrasında başka sanat dallarının içinde faaliyet gösteren insanlarla da aynı
konuda söyleşiler yapmayı düşünüyorum.
Senin
de bildiğin gibi iki hafta tüm Türkiye ile birlikte Edremit’te de vizyona girdi
film ve heyecanla seyretmeye gittik. Ne olduysa o zaman oldu zaten. Filmin
jeneriğinde set fotoğrafçısı olarak adımı göreceğimden emindim. Ama yoktu! Ne
jenerikte ve ne de ekipten olmasa da, filme çeşitli katkıları bulunan bazı
teşekküre değer bulunmuş kişilerin arasında ismim yoktu. Gerçekten büyük bir
hayal kırıklığı oldu benim için. Hatta komik bir şey söyleyeyim. Acaba ben mi
göremedim diye filmi ikinci kez izledim. Ama yoktu işte. Durumu nasıl
yorumlamam gerektiğini bilmiyorum. Unutmak ya da dalgınlık diye düşünsem
teselli olmak bir yana, olayı daha da can sıkıcı bir hale getiriyor.
Yetmezmiş
gibi ne basın bildirilerinde, ne internet ortamındaki filmi tanıtan künyelerde,
hiçbir yerde benim bu film için bir emek sarf ettiğime dair hiçbir kayıt yok.
Onca fotoğrafın kendisi var, yaratılan var ama onları yaratan yok. Püff, uçmuş
gitmiş…
Gerçekten can sıkıcı bir durum
Ender... Peki, fotoğrafları senin çektiğin kanıtlanabilir mi? Yani şunun için
soruyorum bunu. Sanat eserlerinin digital ortamlara aktarılması ve internetle
birlikte pek bir güçlükle karşılaşmadan yayılmasıyla birlikte birçok sanat
kolunda bu sorun ortaya çıktı. Telif hakkı tamamen hiçe sayılır bir hal aldı.
Müzikten, edebiyata, fotoğraftan, sinemaya eser sahipleri büyük bir haksızlığın
içine girmiş durumdalar ve ne ülkemizde ve ne de Dünya’da kurallar yasalar
oluşturulduysa da, bu işi engelleyecek dişe dokunur bir çözüm üretilemedi
henüz. Merak ediyorum, bir fotoğraf sanatçısı “Bu fotoğrafı ben çektim”
iddiasında bulunup bunu kanıtlayabilir mi?

Evet,
kesinlikle. Exif (exchangeable image file/ değiş-tokuş yapılabilir görüntü dosyası biçimi) dediğimiz
dijital bir fotoğrafın özelliklerini, bir anlamda künyesini görebilmenin yolu
var. Hangi makineyle, nerede, günün hangi saatinde vs. hepsini bir fotoğrafın
üstüne gidip tıklayarak öğrenebilirsin. Makinenin faturalı sahibi de sensen
fotoğrafı sen çekmişsin diye kabul edilir.
Peki, bir fotoğraf sanatçısının
fotoğrafı izni alınmadan kullanıldığı takdirde ne olur? Hakkınızı aramanın
kanuni yolları var mutlaka.
Elbette
var. Türk Hukuku’nda sanat eserlerinin ve fotoğrafın telif haklarına ilişkin
mevzuat 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda bütün detayıyla yazıyor.
Bir fotoğrafın izinsiz kullanılması, çoğaltılması, eser sahibinin yani
fotoğrafı çekenin onayı alınmadan üzerinde değişiklikler yapılması ve başka
karşılaşılacak sorunların nasıl çözüleceği, yaptırımları hepsi madde madde
anlatılmış o kanunda. Hukuki bir hak aramaya girişildiğinde çözüm yolları var tabii.
Ama benim bu işteki hayal kırıklığım deminden beri anlatmaya çalıştığım gibi
maddi bir beklentinin karşılanmamasından çok, onca zaman ayırdığım ve bir
şeyler ürettiğim sürecin yok farz edilmesi, Hüddam filmiyle ilgili hiçbir
haberde ya da filmin jeneriğinde adımın geçmemesiyle ilgili.
Evet, aslında birçok ekip
çalışmasının ürünü olan sanat eserinde ya da çalışmada ön planda olanlar ve
teknik ekip dediğimiz arka planda yer alanlar var. Diziler, sinema, tiyatro,
hatta haberler de dâhil olmak üzere çeşitli televizyon programlarında ışık,
ses, kameraman, set hazırlayıcıları vb., olmazsa olmaz oldukları halde ismi
geçmeyen, tek bir sıfatla teknik ekip deyip geçtiğimiz emekçiler. Zaten oldukça
zor koşullarda yaratılan bu tür işlerde, ön planda olanlar yani yönetmen oyuncu
senarist gibi ekip üyeleri hiç değilse maddi anlamda bir parça tatmin
olabilirken, teknik ekip bildiğim kadarıyla ücretler konusunda da büyük
sorunlar yaşıyorlar. Geçenlerde bu konuyla ilgili Devlet Tiyatrosu işçilerinin,
yani teknik kadronun Toleyis bünyesinde greve gittiklerine dair bir haber
okumuştum.
Evet,
biliyorsun aslında biz kentimizde sanatla ilgili işlerimizi üretirken, mesela
ben oyunculuk ve fotoğrafçılığımla, mesela sen gazete yazıların ya da
kitaplarınla, bütün bu işleri maddi bir getiri için yapmıyoruz. Tatminimiz daha
çok alkışlanmakla, okunmakla ya da açtığın bir sergiye gelinmesi, çektiğin
fotoğraflar hakkında yorum yapılması gibi şeylerle ilgili. Ama arka plana geçip
teknik destek sağladığın bir işte ürettiklerin muhtelif amaçlarla kullanıldığı
halde, o işin üretilmesi için tek başına bütün emeğini veren bir kişinin adının
yok edilmesi, hiçbir yerde geçmemesi işte bu gerçekten çok yaraladı beni.
Hakikaten kötü bir deneyim olmuş,
bir daha başına gelmemesini diliyorum. Peki, fotoğraf ve oyunculuk kişiliğinde
ne tür değişiklikler yarattı Ender?
Her
ikisi de elbette birçok şey kattı bana. Örneğin, her gün baktığım şeyleri daha
da derinlemesine görmemi sağladılar diyebilirim. Zaman içinde ön yargılarım törpülendi.
Sadece insanı değil, baktığım her şeyi yansız bir şekilde incelemeyi öğrendim.
Bu da o şeyleri gerçeğe en yakın biçimiyle öğrenmemi sağladı. Yine örneğin
tiyatronun içinde olmak paylaşmayı öğretti. Diğer insanlarla birlikte çalışıp
ortak bir ürün ortaya çıkarmayı öğretti. Üretken olmanın tadına varmak da başka
bir keyif tabii.
İlgi duyduğun başka sanat dalları
var mı?
Resimle
fotoğrafın birçok ortak yönlerinin olması nedeniyle resim hep ilgimi çekmiştir.
Resimde hayal dünyanı, olmayan şeyleri ortaya çıkarabiliyorsun ama fotoğrafta
olan şeyleri kullanarak olmayan bir şey yaratıyorsun. Fakat resmi yapmaktan
daha çok izlemek seyretmek ilgimi çekiyor.
Merak ettiğim bir şey daha var. Hem
fotoğrafçılık ve hem de oyunculuk için geçerli olmak üzere büyük şehirde bu
faaliyetlerin içinde olmak daha tatmin edici olabilir mi?
Şöyle
başlayayım. Geçtiğimiz yıllarda özel bir okulda fotoğraf eğitimi verirken
uygulama dersinde bahçeye çıkmıştık ve öğrencilere “Hadi, çekmeye başlayın,”
dediğimde öğrencilerden bir tanesi “hocam burada çekilecek bir şey mi var neyi
çekeceğiz,” demişlerdi. Ama sonra dönem sonunda ortaya çıkan "İlk Bakış
Fotoğraf" sergilerinde yer alan fotoğraflarının büyük bir bölümü o bahçede
o gün çekilen fotoğraflarından oluştu. Bunu anlatma nedenim; tabi ki sanat her yerde
yapılır. Büyük kentle küçük bir yerleşim yerinde sanat yapmaktaki fark galiba
işin biraz maddi yönüyle ilgili... Eğer ki maddiyat ön planda olacaksa, evet,
büyük kentlerde olanaklar çok daha fazla diyebilirim.
Son bir soru daha. Bu yıla ait olgunlaşmış
planların var mı? Hem oyunculukla ilgili ve hem de fotoğraf cephesinde?
Şu
günlerde 13 Aralık’ta İzmir’de Taksav’ın düzenlediği Uluslar arası Tiyatro
Festivali’nde sahne alacağımız Kuğular Şarkı Söylemez adlı oyunumuzun
çalışmaları içindeyiz. Yıl içinde yeni oyunlar da gelecektir muhakkak.
Fotoğrafa gelince bir süredir düşüncelerimde kendi fotoğraflarımdan oluşan
karma bir sergi var. Bu yıl hayata geçirmeyi istiyorum.
Ender, çok teşekkür ederim. Sanat
yaşamın boyunca seninle olsun.
Filiz Engin/7Aralık2015