Feysbukta Kahve Keyfi/ Filiz Sonsuz

          Keyfi yerindeydi. Islıkla  Şu Dalmadan Geçtin mi türküsünü çalıyordu bir saattir. Gelip geçerken anasından keskin bir makas alıyor, sarılıp öpüyordu. Hınzır bir teke gibi, oradan oraya koşup konup duruyordu deminden beri.  Kollarını kartal kanadı gibi iki yana açıp, avlunun döşeme taşlarına diz vurup türküyü bitirdi, “hey gidinin effesi, efesiii, effelerin efesiii…” Sahne gayet etkileyici olabilirdi, sesi bakışıyla bu kadar tezat, bu kadar ince olmayaydı. O kartal bakışlara gümbür gümbür bir ses eşlik etsin istiyordu insan nedense. Ortaokul yıllarında başlamıştı sesinin inceliğine sinir olmaya. Arkadaşları Kız Ali diye dalga geçmeseler bu kadar da dert etmeyebilirdi belki. Üstüne bir de folklor ekibindeki itilmişliği eklenince… Ne demişti öğretmen? “Ali, sen dur oğlum, Osman bağırsın “haydi efeleeer” diye. Onun sesi daha şey…”  O günden sonra Osman’a, sesinin ince olmasından daha fazla kızar olmuştu. Osman’daki de sesti hani. Bayramların, önemli gün ve haftaların aranan ismi Osman… Bir başlardı şiire, “Alll bir kalpak giymişti alll, all bir ata binmişti all…”, Allah sizi inandırsın okulun bahçesindeki herkes hüngür hüngür ağlardı. Neyse işte, incecik sesi ve Osman, Ali’nin adeta hayatını karartan koyu gölgelerdi.

      Büyüyüp delikanlı olduğunda lakabı da değişmişti. Köylüler başı yerde Ali diyorlardı artık ona. Anası pek bi sevmişti bu lakabı. Adam dediğin böyle olurdu işte.  “Namusundan başını yerden galdırmıyo.  Garıya gıza gözünü dikip bakmaz  Ali’m. Deligöz mü benim oğlum?” Tamam, gözleri felfecir okumazdı, doğruydu da, başının yerde olması daha çok, kimseyle konuşmak zorunda kalmak istememesindendi. Ya biri kalkar da hal hatır sorarsa? Ya birilerine bir şeyler söylemesi gerekirse? Susup yoluna devam etmek varken… O incecik sesiyle…  Birkaç aydır farklıydı ama. O sessiz, o içine kapanık Ali gitmiş, neşeli, hevesli,  tanıdık tanımadık herkese selam verip hal hatır soran birisi gelmişti. Günlerce sakalını kesmez, saçını taramazken birkaç aydır her gün tıraş oluyor, üstüne başına dikkat ediyordu. “Ah be güzel anam, düzgün yap şu ütüyü. Yine iki  çizgi yapmışsın tişörtün koluna.”  Yazın cehennem sıcağında bile, babası gibi  uzun kollu gömlekten başka bir şey giymezken, televizyon dizilerindeki gençler gibi giyinmeye başlamıştı. Kot pantolonlar, üstüne yapışan tişörtler, spor ayakkabılar… 

      Bu gün çok daha farklıydı. Her şey bir saat kadar önce başlamıştı. Elinden düşürmediği cep telefonundan füfüfüyt diye ıslık sesini duyup ekranına bakınca gözleri parlamıştı. Mutfağa koşup bir cezve su ısıttı.  Avludaki ayağı sallanan masanın üstüne boydan boya çatlamış, insanın yarısını başka, yarısını başka gösteren aynayı dikkatlice yerleştirdi. Suratını köpürttü. Çocuk gibi neşeli çıktı sesi, “Ana bak noyel babaya benzedim…”  Yaşlı kadın işlediği etamin yatak örtüsünden başını kaldırıp, gözlerini kısıp, suratı köpük köpük beyaza kesmiş oğluna baktı, “O kim ülen?”  “Hani Amerikalıların va ya ak sakallı dedesi, yılbaşılanda sırtında çuvallan geziyo, o işte.”  Uzun bir “Töbe estağfirullah” çekti anası. “Ülen töbe de. Adam gibi birine benze bari. Elin gavuru…” Babasının annesiyle şakalaşmalarını  taklit etmeyi severdi Ali. Tıpkı babası gibi yan yan baktı annesine, “Hadi gocagarı, dırdır etme de işle bitir elindekini. Gelin getircem sana, ona verirsin çeyiz diye”  Başını dizindeki saman sarısı kumaşa eğip işlemeye devam etti kadın. Renk renk güllerle beziyordu  kumaşı. “Yoook orda dur bakam Ali efendi” dedi. “Bu karyola örtüsü benim. Kimselere vermem. Gelin hanım işlesin kendi örtüsünü.” Çenesinin altından tıraş  bıçağını dikkatle geçirdi Ali. Aynada şöyle bir baktı kendisine.  Sinek konmaya cesaret edemeyecekti suratına. Muslukta serin serin sular çarptı yüzüne. Saçlarını ıslatıp jöleler sürdü, kirpi gibi, dik dik yaptı saçlarını. Anasının yanıbaşına oturup dirseğiyle dürttü kadını, “Gız senin karyolan mı va da örtüsünü işliyon? Verirsin gelincazına, sevinir garip.”  Ciddileşti kadın, “Örtüyü veren Allah karyolasını da verir belki, sen ne garışıyon Allah’ın işine?”
 
       Telefonunun ekranını tişörtünde gezdirip pırıl pırıl yaptı Ali. Amcaoğlunun numarasını çevirip bekledi. Amca oğlu sinirli açtı telefonu. “Ne va len? Ne zırlatıp duruyon sabah sabah?”  Ali uçuyordu sevinçten. “ Sağdıç” dedi pür neşe. “Hazır ol, bu akşam gidiyoz.”  Ali’nin neşesi amca oğluna geçti. “Hakkat mi len? Bu akşam mı?” “He len bu akşam.”  “Kaçta?” “Yatsıdan sonra, gavede bekle beni.”  Vakit geçmek bilmedi. Kabına sığamadı Ali. Kahveden eve, evden amca oğlunun dükkâna, dükkândan kahveye… Kaç tur attı Allah bilir. Gözü telefonda, aklı gece olacaklarda…

       Aynı telaşı, aynı heyecanı yaşayan biri daha vardı. İsmet’in Memet…  Köyün sessiz sakin delikanlısıydı Memet. Tıpkı Ali gibi… Sorulmazsa söylemez, görülmezse görmezdi. Aslında kimseyi görmezdi. Bir tek  Meseret. Varsa yoksa Meseret. Çocukluğundan tutkundu kara kaşlı kara gözlü, baygın bakışlı komşu kızına. Sonunda geçen yıl bu günlerde, nasıl olduysa, bir bayram sabahı bir gofret tutuşturdu Memet, Meseret’in eline. Kız hafif kikirdeyip evine kaçtı. Bahçe kapısını kapatırken Memet’e bakıp ”görüşürüz” dedi. Havalara uçtu Memet. “Ah ulan” diye geçirdi içinden, ilçeye kadar gitmişken,  pastaneden yaptırsaydı ya bi kutu çikolata. Şöyle şıkır şıkır, parlak kağıtlara sarılı olanlarından… “Neyse” dedi. “Söz kesmeye giderken artık… Bi demet kırmızı gül, bi kutu da çikolata...” O akşam Meseret, Memet’e arkadaşlık isteği gönderdi feysbuktan. Memet gözlerine inanamadı. Elleri titredi sevinçten.

      Akşamı zor etti Memet. Arabayı yıkadı pırıl pırıl yaptı.. Külüstür falan ama, bak işte nasıl işe yarayacaktı bu akşam. Kalacakları yeri ayarlamıştı iki gün önceden. İlçeye, ablasının evine götürecekti Meseret’i. “Babam hocanın oğluna verecek beni Memet’im. Kaçalım” dediğinde, bir an bile düşünmedi Memet. “Sen ne zaman dersen…” dedi. “Ne zaman istersen…” Ortalık durulunça çıkar gelirler, af dilerler, her şey yoluna girerdi nasıl olsa.

       Camiden çıkan  yaşlılar dağılıp evlerine gidince gençler kaldı kahvede. Ali, kahvenin puslu kirli aynasında bir kez daha baktı kendine. Saçlar kalıp gibiydi. Neyse ki tişört siyahtı da üstüne damlayan çayın lekesi belli olmuyordu. Füfüfüyt… Bir ıslık daha çınlattı telefon. Amcaoğluydu, “Gavenin köşedeyim. Bekliyom.” Fırladı çıktı Ali kahveden. Amcaoğlunun yanına oturdu. Bastılar gaza. “Nereye?” diye sordu amcaoğlu. “Okulun arkasında bekleycek” dedi Ali. Okulun arkasına park edip beklemeye başladılar. Köyün bir ucundaydı okul. Bir kaç ev, bir  kaç hayvan damı, o kadar… O saatte gelen geçen de olmazdı. Bir iki adam, konuşa konuşa geçip gitti yanlarından. Saat gelmiş çoktan geçmişti, ama kız hâlâ yoktu ortalıkta. Amcaoğlu beklemekten sıkılmış, oflayıp öfleyip duruyordu.  “Sadıç, sen iyi anladın mı? Bugün mü kaçırcaz kızı?” Ali telefondaki mesajı açıp amacaoğluna okuttu. “Al kendin bak, ne diyo?” Amca oğlu ekrana baktı. “Feysbukta kahve keyfi fotorafı koyarsam anla, o akşam kaçcez” diyordu Meseret mesajında. Feysbuku açtı Ali. Fotoğrafta Meseret’le komşu kızları toplaşmış, kahve içiyorlardı. “ Komşu candır. Bahçede kahve keyfi…”  Ali defalarca aradı Meseret’i. Aradığı numaraya ulaşılamıyordu. Belli ki evden çıkamamıştı kızcağız. Belki de babasına yakalanmıştı. Beklemekten vaz geçip, Meseret’in evinin önünden ağır ağır geçip, evlerine döndüler. Ortalık sakindi. Yolda, dikiş nakış kursunun yanında Memet’in arabayı gördüler. Memet sigarasını yakmış, arabada Orhan Gencebay’ı dinliyordu. “Efkar basmış belli” deyip seslenmeden devam ettiler.

         Memet delirecekti. Telefonun ışığı aydınlattı öfkeden kırmızıya kesmiş yüzünü. Mesaja baktı bir kez daha. “Feysbukta kahve keyfi fotorafı koyarsam anla, o akşam kaçcez” Feysbuka baktı emin olmak için. Fotoğraf kabak gibi duruyordu Meseret’in duvarında. Daha bu sabah paylaşılmıştı, “ Komşu candır. Bahçede kahve keyfi…”  Eee, tamamdı işte, kahve keyfi vardı da kız neredeydi ? Çıkamadı evden, diye düşündü. Meseret’i  defalarca aradı, ulaşamadı. Çaresiz eve döndü.


        Ertesi sabah köyde yer yerinden oynadı. Jandarmaya koştu Meseret’in babası. “Kızım kayıp, kaçırıldı zaar…” Çok geçmeden sus pus evine döndü adam. Meseret köyü allak bullak edecek bir fotoğraf paylaşmıştı feysbuktan. Osman’la ikisi, yanak yanağa, ilçenin parkında oturmuş kahve içiyorlardı keyifle. “Aşkımla kahve keyfi. Aşk candır, gerisi heyecandır.” 10.05.2016 SONSUZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder