Kulağıma Takılanlar/Filiz Sonsuz


             Dolmuşlarda, istemeseniz de kulak misafiri olursunuz insanlara. Dinlemeseniz de duyarsınız konuşulanları. Hatta biraz toplayabilseniz dikkatinizi,  aklını bile okuyabilirsiniz zorunlu yol arkadaşlarınızın. Öyle bir havası vardır dolmuşların.  Hem sıradan hem çok özel, hem samimi hem biraz mesafeli, hem olduğu gibi hem bazen gizemli, yani tamamen kendiniz gibi insanlarla birlikte gidersiniz nereye gidecekseniz. Halkın siyasi nabzını tutabilirsiniz. Ya da en çok izlenen dizinin kaçırdığınız bölümünde neler olduğunu öğrenebilirsiniz.  Bir eşin ihanetine de tanık olabilirsiniz, bir liselinin yılsonu partisi telaşına da… Kısacası hayatın özetini okursunuz o kısacık yolculuklarda. Bir gün bakarsınız, dağarcığınızda biriktirmişsiniz onlarca hayat özetini.

              Burhaniye Edremit yolu... Arka koltukta bir liseli kız, telefonda. Ben dolmuşa bindiğimde konuşuyordu. Bostancı’ya geldik, hala konuşuyor. Ha, bir de mevsim ilkbahar sonu, yaz başı. Okullar kapandı kapanacak yani. Yani mezuniyet partileri sezonu… “Saçmalamaaaa, bana yeşil gitmeeez. Ben kızılım. Havuç gibi mi gezincem ortadaaa. Bilmiyoruuum, siyahını aliiim diyorum o straplezin. Ya ayakkabıları aldım bileee. Bilekten bağlamalı. Çantası da vaaar. Üstü küçük küçük taşlı, koca bi de tokası vaaar.  Sen ne giycen? Kırmızı giy sen. Sana çok yakışıyoo. Gözlerin de mavi ya. Tamam, beraber gidelim o zaman. Bi sürü değişik şey var orda. Kim? Veli mi? Iııyyyy! Salak o çocuk ya. Kaçıncı söyleyişim. Anlamıyoo. Meşe kütüğü resmen yaaa. Oooolum diyorum. Sen bi kere aynaya bak, benden kısasın diyoruuum. Eee ne var ki, Okan Bayülgen de kısa, diyo yaaa. Ya salaaaak, Okan Bayülgen kiiiiim, sen kim! Bak, bana haber yollamaya kalkarsa bozum et o salağı, Erdoğan’la gidiyo Ayşe, de. Uğraşamıcam Veliyle falan. Yaa öööf, şarzım bitiyooo. Hadi öptüm. Baaayyy…” 

             Edremit Narlı yolu… Narlı Muhtarlığı’nın arabası… Altınoluk pazarından, çantaları, pazar arabaları ağzına kadar basılı bir sürü kadın, zaten tıklım tıklım dolu olan dolmuşa biniyorlar. Çoğu Narlı’nın kadınları. Biri çok yaşlı... Gülbiye Teyze… Onun yaşıtları muhtemelen periyodik şeker, tansiyon, kolestrol ölçümleriyle uğraşıyorlar. Bizim teyzenin maşallahı var. Pazara bile gidiyor. Ama nasıl…      Muavine sesleniyor,   “ Erdiii, şu çantayı go bakam sağlam bi yakaya oğlum. Yumurtalara dikkat et e mi çocum. Her şey ateş pahası, alıncek yinilcek gibi değil. Yime de öl diyola bize ya, ölmecez işte… Anam anam, pazar gezmek yorgunluk, şişti ayacıklaaam. Belim koptu.”  Yanında dikildiği kızın yer vermemesine bozulmuş, “İnen olsa da oturcek yer bulsak…” Kızın kılı kıpırdamıyor, kulağında ıpot kulaklığı, gözünde sahte RayBan, camdan dışarı bakıyor. Teyze, elindeki çilek poşetini kızın saçındaki kelebek tokalara astı asacak. Kız hala oralı değil. Teyze sıkışıklıktan ve sıcaktan kıpkırmızı olmuş bir vaziyette, son çareyi şoföre çatmakta buluyor. “ Remziii, hiç değilse cumartesi günleri arabaya yabancılları almayın oğlum. Bizim köyün kızları olsa şimdiye çoktaaan kalkıp yer verdiydi…” Kız, ters ters bakıyor teyzeye, sonra yine cama çeviriyor tıp tıp çilek suları damlayan kafasını. Birazdan kıyamet kopacak.

               Ayvalığa gidiyorum. Duruşmaya yetişemeyeceğim sanırım. Yarım saat kaldı, hala İskeledeyiz. Telefon çaldı. Önümdeki koltukta oturan kadın, açtı telefonunu. Aman o ne cilveler… “ Tamam şekerim, kırk beş dakka sonra ordayım. Tesislere gel sen, önce kahvaltı yaparız beraber. Hı hııı! Tamam, öptüm hayatım. Nerden de bulursun bu güzel sözleri,” (kikirdiyor) “Ben de seni…”  Telefonu kapatır kapatmaz bir numara tuşlamaya başlıyor. Daha aradığı numarayla konuşmaya başlamadan bir telefon daha çalıyor. Aynı kadın çantasından başka bir telefon çıkarıp sinirli sinirli cevap veriyor. “Ne var!... Edremit’e git taksitleri yatır, dedin ya. Arabadayım işte. Yok yemek falan akşama. Al gel işte bişeyler.” Tam o sırada diğer telefon çalıyor. Telaşla meşgule alıyor çalan telefonu. Devam ediyor kocası olduğunu tahmin ettiğim kişiyle konuşmasına. “Teyzelerine gidecekler öğlen yemeğe, ayarladım ben çocukları. Tamam. Tamam dedim ya öööffff,  konuşturma beni arabada …”  Ayvalığa kadar böyle sürüyor telefon trafiği.  

                 Yine Edremit yolu… En önde oturan yaşlı teyze, şoförün kulağına eğilip sesleniyor. “ Oluuum, ben akdaşda incem” Şoför muavine soran gözlerle bakıyor, muavin “bilmiyorum” anlamında kafa sallıyor. Bu kez aynadan teyzeye soruyor,  “akdaş neresi teyze? Bu yolda öyle bir yer yok.”  Teyze, daha yolu bile bilmeyen şoföre kızgın,” vaaar, olma mı? Sen avır avır git, ben gelince sana söylerim.”  Araba yavaşlıyor. Birkaç kilometre bu hızla gidiyoruz. Şoför teyzeye bakıyor aynadan. “Teyze, gelmedik mi daha?” Teyze artık ne kızgın ne de o kadar emin,“ amaniiiin ne bilem çocum, geçtik sakın? Ben evvelden geldiydim bi kere. Goca bi daşın üstünü kireçlen boyamışla, goca goca kamyonla çakıl yığıyodu o akdaşın yanına. Ben tam orda indiydim. Şimdi yine orda in dedile bene; emme bulamıyom o akdaşı.”  Şoför, gülsün mü kızsın mı bilemiyor. “Ohooo teyze, kaç sene önceki yol inşaatından söz ediyorsun. Akdaş mı kalır o zamandan bu zamana! İndiğin yerin yakınında ev, cami falan yok muydu, onu söyle sen.”  “ Vadııı, olma mı?  Yağ favlikesini geçince gördüm ben akdaşı.” “ Öyle desene teyze! Korkma daha gelmedik fabrikaya, biz gelince seni indiririz.”    “Allah razı olsun oluuum, cahillik çok zor. Allah toprak diye duttuunu altın etsin, savol.”

                    Soğuk bir Çarşamba günü… Edremit’in pazarı ya,  araba dolu… En arka beşlide zor yer bulmuşum. Yanımda kasketli, bastonlu bir amca... Önümdeki tekli koltukta genç bir kadın oturuyor. Çocuğu kucağında. Amca eğilip kadının yüzünü görmeye çalışıyor. Tanıdı. Bastonuyla çocuğun koluna dokunuyor. Çocukla bir, annesi de dönüp bakıyorlar adama. Muhabbet başlıyor. “Pazara mı gidiyon enişte? Hava da pek soğuk, çıkmasaydın ya sen!”  “Yok, cenaze var. Sen nereye el kadar dadayla bu soğukta?”  “ Ablama gidiyom, benim adamı işten çıkardılar. Anasından para istedik, vermedi. Ev kira boğaz satın… Hiç hayır yok kaynanamgillerden. Ablam vercek bi milyar. Parayı almaya gidiyom”  “ haa, eyi eyi git tabi. Benim oğlan da askerden geldi, everdik. İşi de pek eyi.” Kadın kaynanasıgilin cimriliğini anlatmayı bitirememiş, “Mezara mı götürceniz paraları,” dedim. Gıkı çıkmıyo valla. Sen bilmezsin. Ne fenadır onlaaa. Görümce olcek gız va ya evde, o verdirtmiyo para. Biliyom ben. Kaynataya kalsa, tarlayı satıp görcek bizim işimizi ya…Allahlarından bulsunla, hastane parası olsun işşşallah, güzel Rabbim…!” Amcanın anlatacakları da bitmemiş, gaz kesmeden devam ediyor oğlunu anlatmaya. “ Düğününü kendi yaptı. Allah var ya kuruş harcatmadı bana. Ev aldı Aliağa’dan, araba da aldı. İki senede ödedi bitirdi hepsini maşallah.” Kadın, görümcesine, kayınvalidesine duyduğu nefreti, biraz da enişte gidip sağda solda anlatsın diye beddualar eşliğinde anlatmaya, adam oğluyla övünmeye çalışarak, ama birbirlerini dinlemeden, duymadan gidiyorlar Edremit’e kadar. Edremit parkının köşesinde iniyor adam. İnerken soruyor kadına,  “Sen bizim hocanın gelini değil miydin?”  Kadın şaşkın ve anlattıklarının boşa gitmiş olmasına kızgın, “ Yoo” diyor. “Senin hanımın teyzesinin torunuyum ya ben, tanımadın mı?”

                        Münir Özkul’lu, Adile Naşit’li kalabalık aile filmleri tadındadır dolmuş yolculukları. Tıklım tıklımdır çoğunlukla. Ama masada herkese bir tabak illaki vardır. Biraz daha sıkışıverirsiniz, n’olur yani…        
                                                                                                  FİLİZ SONSUZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder