
“Abla, şu çakmağı bi uzatıversene…”
Az önce birkaç adım yanına gelip dikilen karartıdan
geliyordu ses. Çakmağı uzatırken baktı adama. Futbolcu forması gibi, yeşil
beyaz çubuklu tişörtün ve en az iki
beden büyük, kurşuni, kaşe pantolonun
içine, iki tur dolanmış kemerle sıkıştırılmış, üç numara saç tıraşlı, yelken
kulaklı, ufacık tefecik adam, hani
kazara kemer açılıverse, havası boşalan balon gibi sağa sola çarpa çarpa uçup
gidiverecek gibiydi. Sigarasını yakarken avurtları dişlerine yapıştı. Son
nefesini verir gibi üfledi havaya dumanı. Çakmağı uzattı. Bir iki sağa sola
bakında. Tekrar dönüp sordu, “ abla nerden nar bulurum ben?” “Nar mı?
Bildiğimiz nar mı?” Sorunun salakça
olduğunu fark etti. Aslında, bu mevsimde ne narı, demek istemişti. “Temmuz
ayında biraz zor bulursun”, dedi onun yerine. “Bütün bakkallara, manavlara
baktım abla yok, bulamadım.” Durağın ön
tarafına geçip yola, dolmuşun geleceği
yöne bakıp geri geldi adam. “Babam çok hasta abla, ağır. Sabaha ya çıkar ya
çıkamaz. Nar istedi. Öğlen ezanından beridir nar arıyom burlarda. Bulmam lazım.
Ta Karaçtan geliyom ben.” “Nar suyu
götürsen?” İyi bir öneri gibi gelmişti aslında. “Götürdüm, içmedi abla…” Yüzü
tam görünmüyordu alaca karanlıkta, ama sesindeki sitemden adamın bıkkınlığını
hissetti. “Büyük marketlere bak o zaman” dedi, bak haberin olsun bu son fikir, aklıma başka bir şey gelmiyor,
der gibi. “Ne bilem abla ya” dedi adam, kollarını iki yana açıp çaresizce yere
sarkıtırken. Sigaranın ucundaki közü işaret parmağıyla düşürüp karabaş yaptı.
Yarım sigarayı tişörtünün göğüs cebine dikkatle yerleştirdi. “Anam, ben altı
yaşındaykene çamaşır suyu içip intihar etti abla, hem de hamileydi biliyon mu?
Şimdi de babam ölüyo.” “Haydaa…” diye geçirdi içinden. Dert dinleyip laf
anlatmamak için kadınlardan kaçıp doluya mı tutulmuştu şimdi? “Başın sağolsun,
üzüldüm.” Yalanı anlaşılmasın diye kısa kesti taziye mesajını. Adamın kısa
kesmeye hiç niyeti yoktu oysa. “Yok abla, üzülme. Ben üzülmedim. Neden dersen,
şehit oldu benim anam. Nerden biliyom biliyon mu? Belediye yol geçirceği zaman
bize haber saldı, mezarlarınızı taşıyın, yıkılcak burlar diye. Hoca tuttuk
yanımıza, gittik anamın kemiklerini alalım da taşıyalım diye. Mezarı bi açtık
ki ne görelim? Ceset o gün gömülmüş gibi, tazecik durup duru. Bi de leylak
kokusu sardı ki ortalığı, sorma gari.” “Killi toprağa gömmüşsünüz demek ki”
dedi kadın bilimin soğuk sesiyle. “ Yook abla, toprağın kirlisi mi olurmuş? Sen
de şimdi… Töbe estafurullah… Şehit
gitmiş anam diyom ya sana…” Hava azıcık esse
belki oturup adama kirli değil killi toprak dediğini, killi toprağın özelliklerini
falan anlatabilirdi; ama sıcak nefes aldırmıyordu. “Ne mutlu sana…” diyebildi
sadece. Adam, az önce cebine özenerek yerleştirdiği yarım sigarayı çıkardı.
Çakmak isteyecekti besbelli. Çantasında çakmağı çıkarıp adama uzattı. “Sende
kalsın, bende yedek var” deyip ayağa kalktı. Hadi artık, gelsindi şu dolmuş.
Telefonunun saatine baktı. Daha beş dakikası vardı. Dönüp yine çimlere oturdu.
Bir sigara yakıp gözünü durağın mika duvarlarında asılı mobilya reklamlarına
dikti. Oturma gurubu alana yemek odası yüzde on beş indirimli, yatak odası da
alırsan televizyon bedava falan… Olmadığı iddia edilen kriz öyle bir vardı ki,
biraz zorlasan bütün evi yarı fiyatına döşeyebilirdin. O kadar kesattı piyasa.
Köşede birkaç kuruş birikmişle evi yenilemek iyi fikirdi aslında. Vaz geçti
sonra. Bu kadar ucuzsa vardır illa ki bi numara. Koluna bir elin değdiğini fark
etti kadın. Sıçradı. Adam yanı başına oturmuş bir şeyler anlatıyordu. Durağa
gözlerini diken kadının kendisini dinlemediğini fark edip, elinin tersiyle kadına dokunmuştu, kahvede
arkadaşlarına yaptığı gibi. Kadının ürkeceği aklına bile gelmemişti bunu yaparken
. “Af edersin abla, korktun mu?” “Yoo, korkmadım, dalmışım” dedi kadın. “
Analık diyom… Azcık palazlanınca attırdı beni evden. Irzına göz dikmişim de güya…
Babam hiç sormadı bile bana doğru mu len bunlar diye. İki gömleğinen iki
pantulumu pazar çantasına tepip kapının önüne
attı. Halam aldı evine de adam etti,
askere yolladı beni. Şimdi de nar istiyo benden. N’apayım abla? Sen söyle,
n’apayım? Allah var yokarda, her yere baktım. Bütün bakkallara, manavlara
sordum. Öğlen ezanından beri nar aradım burlarda ben, n’apayım şimdi? Hakkını
helal et, diyeyim mi? O bana sorarsa hakkımı helal edeyim mi? Ederim tabi.
Hakkımı helal ederim. Günah olur yoksa. Etmem mi hiç? Ama nar bulamadım işte.
Belki ölmüştür bile şimdiye.”
İskele dolmuşu tıklım tıklımdı. Yine
de attı kendini dolmuşa kadın. Bir sonraki dolmuşu beklese deliler gibi ağlayacaktı yanlışları
doğrularla, acıları tesellilerle değiştirmeye çalışan ve babasının son
nefesinden kaçan adamın hikayesine.
Dolmuş duraktan ayrılırken, kadının bıraktığı
paketteki sigaraları sayıyordu adam. Altı tane sigara onu yarın öğlene
kadar idare ederdi. Belki yarın nar da bulurdu bir yerlerden. 29Eylül2015SONSUZ