Düz bir alan,
toprak karla örtülü… İkisi savunmada, biri saldırıda üç mevzii ve kazılmış
siperler. Geri planda top atışlarından harabeye dönmüş bir iki bina kalıntısı.
Ve düşman falan dinlemeden o siper senin, bu siper benim ortalıkta gezinen ve
gittiği her yerde sevilen, beslenen sarı bir kedi.
Bir Film Hakkında-Ateşkes/Filiz Engin
Bir film karesi anlattığım. Joyeux Noël/Mutlu Noeller ya da
Türkiye’de gösterime girmiş adıyla Ateşkes. 2005 Alman yapımı bir film Ateşkes,
yönetmen Christian
Carion.
Nüfusun
henüz iki milyar olmadığı dünyada 70 milyon askerin birbirlerini öldürmeleri
için seferber edildikleri I. Dünya Savaşı dönemi. Sona erdiğinde ölü, yaralı,
kayıp ya da esir olmak üzere toplam 37,5 milyon insanın ziyan olduğu o savaş.
Filmde,
seferber olmuş bu yetmiş milyon askerin bir avuç kadarı, yukarda bahsettiğim
görüntünün içindeki siperlerde mevzilenmiş durumda. Siperlerin birinde
Almanlar, birinde Fransızlar ve bir diğerinde İskoçlardan oluşmuş İngiliz alayı
var.
Tarih
Hıristiyanlar için önemli, İsa’nın doğumu olarak kutlanan Noel’in arifesi, 24. Aralık.1914… Vakit gece yarısına
yaklaşırken Noel duygusunun yoğunlaştığı mevzilerde barış günlerini hatırlatan
kıpırdanmalar olmakta.
İngiliz
siperlerinden gelen kırık dökük birkaç gayda sesi dolanıyor ortalıkta önce ve
ardından Alman mevzilerinden askere alınmış bir Tenor’un billur sesine çekingen
bir mızıkadan yükselen nağmeler ekleniyor. Tenor, kim bilir belki de ruhundaki
sanat duygusunun harekete geçirdiği cesaretle ya da cesaret demeyelim de
farkında bile olmadan belki de şarkısını söyleyerek siperden çıkıyor. Üç
mevziide kim var kim yoksa şaşkınlıktan donakalıyor başlangıçta. Tenor’un
elindeki mumlarla aydınlanmış minik çam ağacı fidanı acaba bir silah mıdır?
Öyle ya, bunca silahlı düşmanla çevrilmiş bir alanda böylesine pervazsızca,
böylesine kendini sakınmadan hangi aklı başında insan kendini ortaya atabilir
ki? Fakat sanatçı pek aklı başında diye tanımlanacak bir insan değildir, öyle
değil mi?
Tenor,
kendinden geçmiş bir halde şarkısını gökyüzüne doğru söylerken, bütün
siperlerden yorgun askerler tek tek açık alana sökün etmeye başlıyor. Alman
İskoç’la, Fransız Alman’la, velhasıl herkes herkesle yakınlaşıyor. El kol
hareketleriyle, birbirlerinin dilinde bildikleri birkaç basit kelimeyle, kimi
bir parça çikolata, kimi bir bardak şarapla ilişki kuruyor. Ne de olsa Noel
arifesi o gün.
Bu
arada biz seyircilerin yüzünde elde olmadan ortaya çıkan bir gülümseyiş, bir
zafer edası peyda oluyor. En azından filmi birlikte izlediğim arkadaşlarım ve
bana öyle oldu. Ve eminim bütün benliğiyle barıştan yana olan herkes için de
aynısı olacaktır. Büyük ya da küçük hangi savaş bizim? Yani sütçünün,
fırıncının, çiftçinin, emeklinin, çaycının, işçinin, öğrencinin, berberin
kısacası halkın hangi işine yaramıştır ki savaş! Neyse filme geri dönelim.
Sonrasında
İskoç rahip eşliğinde hep birlikte yapılan ayinle o gece sona eriyor ve herkes
siperlerine dönüyor. Ama hikâye bu yaşanan olağanüstü geceyle bitmiyor. Ne de
olsa insan insana dokunmuştur bir kere, gözlerini görmüş, karısının ya da
çocuğunun fotoğrafına bakmış, bölük
pörçük de olsa kendisininkine benzeyen hayat hikâyesini dinlemiştir. Ertesi gün tekrar çıkıyorlar siperlerden.
Hatta futbol oynuyorlar birlikte. Sonrasında olanlar kendilerini tanrı
zannedenleri iyiden iyiye kızdıracak nitelikte. Düşman siperinin uzun menzilden
top ateşine tutulacağı haberini alan Alman komutan İngiliz ve Fransızları kendi
siperlerine alıyor ve devamında Fransızlar da Almanları aynı şekilde koruyor
top güllelerinden.
İnsan
işte, mayasında iyi de var kötü de. Bir de taklit etme özelliği var öyle değil
mi? Gördüğünü yapma eğilimi ne kadar güçlü insanda. Tıpkı maymunlar gibi... Filmdeki
Tenor’un içindeki iyilik mayasının kabarmasıyla siperlerden çıkabilme cesareti
diğerlerini de harekete geçirebiliyor işte.
Deniz
gözlüğü ile hiç deniz dibine baktığınız oldu mu? Mini
minnacık gümüş paralar gibi parlayan balık sürüleri gelir bazen insanın tam
önüne. Bir aradadırlar ama her birinin başı başka başka yerlere bakıyordur. Ve
sonra sizi o dev gibi cüssenizle yanı başlarında hissettiklerinde aniden hepsi
başlarını aynı yöne, sizin bulunduğunuz yönün tam aksi yönüne çevirirler ve
düzgün bir geometrik şekle, çoğu zaman üçgene dönüşürler, sizden kaçarlar. Çok
nadir de olsa içlerinden bir tanesi yüzünü size çevirir, gözünüzün önüne gelir
ve bakışırsınız. Sizin de içinizde bir kötülük olmadığına göre dostluk içinde
bir arada yüzersiniz. O düzen tanımaz, korkusuz ve girişken balıklar daha çok
olsa keşke. Tenor’u o minik balığa benzettim de ondan araya girdi bu paragraf.
Filme
geri dönersek; evet, her ne kadar filmin sonunda o mızıka, hani başta söz
ettiğim çekingen sesli mızıka, bir çizmenin altında ezilip bırakıldığı
döşemeden kırgın küskün bize baksa da 24-25. Aralık.1914’de o cephede insanın
içindeki iyiliği gün yüzüne çıkartabilmiş o insanlar umudu iki saatliğine de
olsa gün yüzüne çıkartabiliyorlar.
Son
söz, “Sadece bir film, gerçek hayat farklı” diyecek olanlara. Bu film bundan
tam 100 yıl önce yaşanmış bir olaydan yola çıkarak çekilmiş.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder