Torunuma Mektuplar-I
Merhaba kuzucuğum,
Bu mektubu
okuyabildiğine göre, artık minik bir kuzucuk değilsin, biliyorum; ama izin ver
sana böyle hitap edeyim. On sekizini doldurmuş koca bir adamsın, ya da müthiş
güzel bir kadın. Benim için fark etmez. Sen, benim daha doğmasına çok uzun
yıllar olan torunum, kuzucuğumsun. Bir babaanne adayı, on sekiz yaşındaki
oğlunun ileride doğması kuvvetle muhtemel çocuğuna neden mi mektup yazar? İnan
bilmiyorum. Hayat izin verirse seni görebilirim. Büyümeni izleyebilir, sana
söylemek istediklerimi söyleyebilirim. Ama hayat işte... Her an “
Buraya kadarmış. Hadi gidiyoruz” da diyebilir. O zaman bize düşen “tamam
o zaman” deyip yola koyulmak olur. İşte tam da o zaman, sana ulaştırılmak üzere
bırakılmış bu birkaç satırın verdiği iç rahatlığıyla gitmek varken, niye kelimelerimi
yüreğime saklayıp gideyim ki, değil mi? Bu arada bir şey daha… Bu mektubu
senden önce birkaç kişi daha okuyacak. Bozulmazsın umarım. Ama, bil ki
paylaşmak güzeldir. Tavsiye ederim, paylaş. Zamanını, ekmeğini, emeğini,
düşlerini, acını… Mektubu okuduğunda nasıl bir dönemde yaşıyor olacaksın,
şimdiden kestirmek zor. Umarım paylaşmanın kutsandığı bir toplum büyütür seni.
Zira biz bunu pek beceremedik kuzucuğum. Ne ekmeğimizi paylaşabildik hakça, ne
şu koskoca dünyayı… Ekmek için de, toprak için de öldürüldük sürüyle. Ve hatta
bazen öldürdük.
Yıllar yıllar sonra,
mesela bu mektubu okuduğun yıllarda, ders kitapları bu günleri nasıl anlatır
bilemem. Bize anlatıldığı gibi anlatılacaksa size tarih, sakın yetinme. Resmi
tarih ya hep eksiktir ya da farklı. Tarih dersini sevmeyebilirsin benim gibi.
Ben de sevmezdim. Ama işte, mecbursun işin doğrusunu bilmeye. O kitaplarda
değil belki ama, mutlaka başka bir yerlerde, kan donduran fotoğraflar
göreceksin, bu günün ortaçağ karanlığını anlatan. Maalesef hepsi doğru
kuzucuğum. Evet, bir gurup cani, kelle kesip can alıyor buralarda. Kendileri
gibi yaşamayan, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi inanmayan insanları
yok ediyorlar gözlerini kırpmadan. Bu canilerin kimler olduğunu, bunu neden
yaptıklarını, kimlerin yaptırdığını da başka bir mektupta anlatırım sana. Bütün bunların yaşandığı, huzura, barışa
susayan o topraklara biz, genelleme yapıp Orta Doğu diyoruz. Muhtemelen siz de
öyle diyeceksiniz. O topraklar, umarım bir gün huzur bulacak.
Biz ne mi yapıyoruz bütün
bunlar yaşanırken? İtiraz ediyoruz, isyan ediyoruz. Ama işte yetmiyoruz,
yetemiyoruz. Ah be kuzucum, nasıl anlatayım sana… Bölük pörçüküz. Üçe, beşe,
ona bölünmüş, kendimizle kavga ediyoruz. Sokaklar kan gölü. Kellesi kesilenin,
yurdundan yuvasından sürülenin kim olduğuna, inancına bakıyoruz, itiraz edip
etmemeye karar vermek için. Öldürülen Türkmense, birileri ağlayıp sızlanıyor,
Ezidiyse başka birileri, Kürtse başkaları, Şiiyse bir başkaları… Herkes için aynı anda ve aynı oranda üzülen
çok az. Aklının bir köşesine yaz bunu kuzucuğum, faşizm, eminim anlamını
biliyorsundur, herkes için aynı derecede ölümcül oysa. Biz, emeğiyle geçinip
zar zor hayatta kalmaya çalışan insancıkların tek çıkar yolu, faşizme ve onu
besleyen kapitalizme karşı birlikte dik durabilmekken şu yaptığımıza akıl
erdiremiyorum canımcım ya.
Sıktım mı canını? Af
edersin, muhtemelen yabancısı olduğun pek çok sözcük geçti cümlelerin içinde,
farkındayım. Ama bilmelisin bunları kuzucuğum.
Hiç ilgini çekmese de bilmelisin. Yaşadığın günlere nasıl gelindiğini
bilmek için, önce bunları bilmelisin.
Hadi senden söz edelim
biraz. Ne olmak istiyorsun? Yani meslek seçimin, diyorum? Baban küçücükken
çöpçü olmak istiyordu J (Teknolojinin nimeti bu buluşu
seviyorum. Bak, sana kâğıt üzerinden bile gülümseyebiliyorum) Oyuncak bir çöp
kamyonu almıştık ona. Ne çok sevmişti o kamyonu. Ne iş yaparsan yap, işini
severek yap kuzucuğum. Para da kazan tabii. Sonuçta eminim senin çağında da
para çok önemli olacak, ama işini illa ki sev. Sevmediğin bir işle ömür
geçirmek, sevmediğin bir insanla yaşamaya çalışmak gibi bir şeydir sanırım.
Çekilmez bir şey yani.
Az önce babana, sana
mektup yazma fikrimden bahsettim. Nedense hiç şaşırmadı. Babanın küçüklüğünü
hatırladık beraber. Sen nasıldın bilmem; ama baban zor bir çocuk değildi.
Küçücükken bile, anlatınca anlardı. Yalnız, bir keresinde beni cidden çok
uğraştırmıştı. Televizyonda gördüğü siyahi insanlara nefretle bakıp “pis bu”
falan diyordu. Tepkisinin nedenini çözemediğim gibi, ne dediysem fikrini de değiştirememiştim.
N’aptım biliyor musun J O yıllarda çok yaygındı çim adamlar.
İnce kadın çorabının içine önce çim tohumu, sonra talaş doldurup küçük bir
insan kafası şekli veriyorduk. Sonra da işte yüzüne kaş göz falan, al sana
minik bir insan başı. Birkaç gün sulayınca saç yerine çimler çıkıyordu. Yapmak
istersin belki diye tarif edeyim dedim. Babana iki tane çim adam yaptım. Birisi
beyaz, birisi siyah çoraptan. Baban suladı ikisini de. İkisinden de yemyeşil
çimler fışkırdı saç niyetine. Amacım, “rengine göre değerlendirme, ikisinin de
özü aynı” mesajı vermekti babana. İşe yaradı mı bilmiyorum; ama bu gün babanla
gurur duyuyorum. Biliyorum ki benim oğlum pis bir faşist değil. Hiçbir zaman da
olmayacak. Tıpkı senin de olmayacağın gibi.
Faşizm pis bir hastalıktır
kuzucuğum, kendini koru bu hastalıktan. Pek çok yolu var bu illete
yakalanmaktan kurtulmanın, o kadar da zor değil yani. Her şeyden önce bil ki, şu yer
yüzünde bir karıncadan daha fazla hak sahibi değiliz. Sonra, kalabalık tarafta
olmanın seni daha haklı, daha doğru yapmadığını anla. Hem, kalabalık dengesinin
her an, kolayca değişebilecek bir
matematik denklemi olduğunu unutma. Ama en önemlisi kuzucuğum, güçlüden
değil, haklıdan yana ol. Bilirim, çok zordur. Sırf bunu yaptığın için bile
etrafındaki bir sürü insanı kaybedebilirsin. Ama bir o kadar da dost
kazanırsın, inan bana. Asla yalnız kalmazsın. Güçlünün yanındaki çirkef
olmaktansa, haklının yanındaki insan olmanın iç huzurunun tadına var kuzucuğum.
Pişman olmayacaksın.
Ben mi? Haydaaa… Nasıl
anlatayım ki şimdi beni sana? Birkaç ipucu yetsin mi? Hadi yetsin… Çaysız en
fazla yirmi dört saat yaşayabilirim Tarhana çorbasını ve müziği çok severim
mesela. İlaç gibidir ikisi de bana.
Umarım sen de seviyorsundur bu ikiliyi. Her şeyi dinleyebilirim. Ama türküleri
ayrı severim. Tarhana konusunda ısrar edemem belki ama, türküleri sev
kuzucuğum. Hiç değilse dinle. Türkülerde
halkların kaderini bulursun zira. Bu gece bağlamamı alıp elime, bir iki saat
çalmaya çalıştım, iyi mi Bağlama çalmak dediysem, öyle ünlü ozanlar gibi falan değil tabii…
Kendimce biraz işte… Birkaç türküyü ilk
kez denedim, eh işte, olur gibi oldu. Sivas Ellerinde Sazım Çalınır’ı
çalabildim mesela. Çok güzel bir türküdür. Yanık bir ezgisi vardır. Sivas
üzerine yakılmış bir sürü güzel türküden biridir. Sivas demişken kuzucuğum,
öğrenmeni çok isterim Sivas’ta olup bitenleri. Bizim Google’ımız var. Her şeyi
biliyor. Sen sor yeter ki. Siz ne kullanacaksınız bu işler için, acayip merak
ediyorum. Eminim bizimkinden çok daha hızlı ve güvenilir kaynaklarınız olacak.
Sor işte o kaynaklara Sivas’ı. Devamında kaynağın gösterdiği linkleri de tıkla.
Çok şey öğreneceksin yaşadıklarımız hakkında.
Sonra, Yemen Türküsü’nü
çalabildim bu gece kuzucuğum. Onu da dinlesen keşke. Hani demiştim ya az önce,
türkülerde halkların kaderini okursun diye… Yemen Türküsü, bu halkın kaderinin
ağıtıdır mesela. Sırf Amerika istiyor diye Yemen’e, Kore’ye gidip savaşmış
insanların toprakları buralar kuzucuğum. Şimdi de Suriye’ye gitsin istiyorlar
çocuklar. Çocuklar dediysem, bütün çocuklar değil tabii. Bazı doğuştan şanslı
çocuklar değil cepheye gönderilecek olanlar. Kaportacı Kamil Abi’nin, bakkal
Hasan Amca’nın, emekli öğretmen Ayşe Abla’nın oğullarını yollayacağız davul
zurnayla şehit olmaya.
Ha bir de Ay Dilbere’yi
çalabildim. Hem bayağı da iyi çalabildim sanırım. Kürtçe bir türküdür.
Sözlerini tam bilmiyorum; ama çok güzel bir ezgisi var. Bulup onu da dinle
bence kuzucuğum. Sanırım seversin.
Bir aralar bağlama ile
Beathoven’ın 9. Senfonisinin en çok bilinen o birkaç dakikalık kısmını
çalıyordum. Gülme sakın. Bence denenmeli.
Oooo saat üç olmuş.
Yarın bir sürü iş var. Ama geceyi seviyorum işte. Yazma, okuma işlerini hep bu
saatlerde yapıyorum. Bence sen de yaz. Çok iyi geliyor yazmak insana. Yazdıkça
insan kalabilmek mümkün oluyor belki de. Ya da bana öyle geliyor, neyse.
Son olarak kuzucuğum,
aşka inan, olur mu? Aşka saygı duy. Birileri çıkıp da benim hakkımda sana, “
ama o aşka inanmazdı ki” derse, sakın inanma. Aşkı, keşfetmekle uçup giden bir
halüsinasyon olarak tanımladığım külliyen yalan.
Yine yazacağım.
Uyumuyor olsaydı deden de selam yollardı. Seni şimdiden seviyorum. 13.10.2014
FİLİZ
SONSUZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder