Yazı
İnsanlık tarihini derinden etkilemiş, insanlığın gelişimine geniş bir
zaviyeyle yön vermiş bir başka icat yoktur sanıyorum. Evet, başlıktan
anladınız, yazı.
Antropologların bizi kat’i suretle iki buçuk milyon yıl evveline dek
götürdükleri -yaklaşık dört buçuk milyon yıl öncesine dayanan, insanın ilk
atası addedilen Australopithecusları saymazsak eğer- insanlık tarihinde bir
dönüm noktasıdır yazı.
Yaklaşık beş bin yıllık bir mazisi olan bu değerli buluş insan ırkının
meydana getirdiği her yenilik gibi bir ihtiyaca binaen ortaya çıkar. Bir
Mezopotamya kavmi olan Sümerler yetiştirdikleri tarım ürünlerinin depolanma
koşullarında ambarlarda kalan ürün miktarı için –sayılar ve matematik de bu
ihtiyaçtan doğar- ve komşu devletlerin tüccarlarıyla yapılan ticaretin -takas
usulüne dayalı alacak verecek( çünkü daha para denen nesne vücut bulmamıştır)-
unutulmaması maksadıyla yazıyı icat ederler. Önce resimlerle ortaya çıkan bu
iletişim sistemi ve bir anlamda not etme aracı, giderek küçülür, şekillere
dönüşür ve bu şekiller çiviyi andırdığı için Çivi Yazısı adını alır. Yazı yaygınlaştıkça tapınaklar birer yazıcı
okulu görevi üstlenir ve bu okullara tablet
evi denir.

Keşke yazı icat olmasaydı da sen de bu sıkıcı yazıyı yazmasaydın dediğinizi
duyar gibiyim. Haklısınız, sıkıldınız. Burası ansiklopedik bilgi köşesi değil,
eğer bunları öğrenmek arzusunda iseniz ben de kim oluyorum canım! Wikipedia
denen aygıt ne işe yarıyor sanki?(!)Madem bize
naçizane bir edebiyat köşesi ayrıldı biz de okuyucuyu sıkmadan bir deneme
üslubunun sınırlarını taşırmadan, haddimizi bilerek edebiyat yapmaya(!)
çalışalım. Haydi, biraz “deneme”ye evirelim yazımızı.
Bulunduğu günden bu yana bu yazı
dediğimiz nesnenin işlemediği günah, yapmadığı sevap iş kalmamıştır. Beş bin
yıldır dünyayı idare eden, kâh ferman olup baş kestiren, kâh kanun olup dirlik
düzen getiren, ıssız bir sokak duvarında slogan olup isyan ettiren, düşünce olup
sahibine kelepçe taktıran, ilim olup medeniyetler kurduran, şiir olup mâşuku
mest eden, mektup olup gurbette inleyen, katalog olup sermayeye bizi teslim
eden, gazete olup dünyadan haber veren, ecel olup mezar taşına yazılan hep
yazıdır.
Cümle milletlerin kadim tarihlerini
önümüze seren, insanlığın her safhasında yaşadıklarını; beş bin yıl önce
Sümerli kadınların, dört bin yıl önce Akadlı oğlanların, üç bin yıl önce Asurlu
tüccarların, Lidyalıların, Frigyalıların, Mısırlıların, Asya’nın ortasında atı
evcilleştirip ardına yüksek araba takan terek(eme)lerin,
Tanrılara insan kurban edenlerin, parayı icat edenlerin,
sevenlerin-sevilenlerin, avamın-havasın, varsılın-yoksulun, ez cümle akvam-ı
beşerin türlü türlü hallerini, dertlerini, kederlerini bize aksettiren yazı
değil mi?
Yazıldığı yeri hiç beğenmemiş bu
garabet. Taşa yazılmış sığmamış, parşömene yazılmış durmamış, papirüse yazılmış
dayanmamış, nihayet kâğıt dedikleri -toplumca da telaffuzunda bir hayli güçlük
çektiğimiz- tuhaf nesne icat olunca asırlar boyu sabretmiş, üstünde kalmış.
Asırlarca kazların bilmem hangi tarafındaki kanatlarının bilmem kaçıncı
sıradaki tüyüyle yazılmış, kamışla yazılmış, ecnebi memleketlerde pilot kalem
bulunmuş onunla yazılmış, tahtaların içine kömür koymuşlar onunla yazılmış,
okullarımızda kalemlerin içi mürekkeple, sıfır virgül beş-yedi ebadında uçlarla
doldurulmuş da yazılan yazıların içi hep boşmuş. Ama bu bilgisayar denen insan
icadı, insandan akıllı, içinde wordünden, exceline türlü programı barındıran
aygıt ortaya çıkınca hele de internet denir –örütbağ mıdır nedir- ortaya
çıkınca kaleme dahi hacet duymadan klavye ile bütün dünyayı gezip durmuş.
Beni biraz ciddiyete davet
ettiğinizi işittim ve hemen toparlanıp olanca ciddiyetimle denememe devam
ediyorum. Roma’da aşağı tabakadan gelen Pleplerin kurduğu Comitia Tributa, Roma
kanunlarının “yazı”lı hale gelmesi için çetin mücadeleler vermiş ve nihayet 12 Levha Kanunu ile alt tabakadan
insanların hakları garanti altına alınmıştı. İ.Ö. 133’te Roma’da –daha
imparatorluk olmazdan evvel cumhuriyet iken- proleterya ve optimatlar arasında
iç savaşlar yaşanırken, dünyanın ilk devrimcilerinden sayabileceğimiz Gracchus Kardeşler toprak reformu yapar
ve “yazı”lı hale gelir. Zenginlerin ellerindeki toprakları köylülere eşit bir
şekilde dağıtılmasını emreden bu kanun Gracchus Kardeşlerin suikastine neden
olur.
Amerika denen bu emperyalist güç George
Washington ve Thomas Jefferson’un yazdıkları ve 4 Temmuz 1776’da yayınladıkları
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’yle kurulur. Ve hala uluslararası kuruluşlarda aldıkları yazılı kararlar ile dünyayı
sömürmeye ve işgal etmeye devam etmekteler.
Fransız Devrimi’ne giden yolu
aydınlatan, Jan Jack Rousseauların, Montesquelerin ölmez ruhunu eserlerine
taşıyan yazıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yazılıdır.
Hindistan’da kast sisteminin kaynağı
“Kutsal Vedalar” denen yazılardır.
Namık Kemal’i Magosa’ da bir
zindanda üç yıl sürgünde yatıracak olan yazdığı “Vatan Yahut Silistre” nin
temsilidir.
Marx’ ın fikirlerini ezilen dünyaya
ulaştıran, dünyanın çehresini ve dengelerini yerinden oynatan yazdığı makaleler
ve birkaç kitaptır.
Mustafa Kemal’in emperyalizme karşı
giriştiği ve sonrasında çeşitli coğrafyalarda mazlum halklara örnek teşkil
edecek olan, dünyanın ilk örgütlü ve haklı mücadelesini tüm dünyaya duyuran
yazılı Amasya Genelgesi’dir.
Dünyada işlenen pek çok cinayet
yazılı devlet emirleriyle işlenmiştir örneğin. Daha saymakla bitiremeyeceğimiz onca
güzellik ve fenalığın bir tarafına mutlaka yazı sirayet etmiştir.
Yazı ruhudur insanın, içinde
yaşattığı her türlü hissiyatın dışa vurumudur. Karanlık tarafıdır insanın,
okuyunca aydınlattığını sanırız. Utançtır; kimselerin girmeye cesaret edemediği
mahremimize sızıverir. Birden ifşa ediverir sırrımızı, çırılçıplak kalırız.
Anafordur; sarar, sarmalar, sıkar, parçalar yok eder benliğimizi. Sırdır; o
açılmayan defterlerinde nice insanın ömrü gizlidir. Sevdadır; sevgiliye şiir
yazıp şiirin kendisine âşık oluruz. Meraktır; romandaki esrarı çözmek isteriz.
Umuttur; gün gün, sabır sabır, biriktirdiğimiz yaprak yaprak. İnançtır,
özlemdir, aşktır yazı.
Aldığımız nice güzel haber,
okuduğumuz nice güzel roman, öykü hep yazıdan müteşekkildir. Yazı üstüne
çekilen filmler, yazılan öyküler, romanlar, aforizmalar dahi yazılı değil mi?
Peki, yaklaşık beş bin yıl önce
doğup insanoğlunun yatak odasından devletlerin en mahrem odalarına kadar
girmiş, tarihte her türlü ferdi ve toplumsal vakaya karışmış olan yazıya tüm bu
mesuliyetler yüklenebilir mi? Elbette hayır. Her icat gibi yazı da yüreğini ve
aklını insanlığa faydalı işlere adamış insanların elinde cennet bahçesine(
dinin ortaya çıkmasıyla beraber güzel olan her şeyin en uç benzetme noktası
cennet, aksi cehennemdir, bu klişe benzetmenin nedeni budur) dönüşürken,
kalbinde hırs, fesat, kin ve nefretten başka bir şey olmayanların elinde ise
felaket, acı ve zulüm aracı olmuştur. Daima erkten, hükmetmekten ve mülkiyetten
başka derdi olmayan insan, bu amacına ulaşmak için -kendi türü dâhil,- doğadaki
her şeyi kullandığı gibi yazıyı da bu amaç uğrunda kullanmaktan bir an olsun
geri durmamıştır.
Yazıya öyle bir anlam yükledik ki
insan mı yazıyı yarattı yoksa yazı mı medeni insanı yarattı ve yaratmaya devam
ediyor diye düşünmeden edemiyorum. Sanırım galeyana gelip mübalağadan kendimi
alamıyorum. Yazı yazıdır aslında ve kendinden başka hiçbir şey değildir. Hatta
düşüncenin ve onun ürünü olan dil dediğimiz canlı varlığın sadece görünürdeki
biçimlerinden biri olması itibarıyla insan yaşamındaki pek çok şeyin ardına
bile itilebilir. Çünkü bugünkü yazı, hiç değilse hatırı sayılır kısmı, narkoz
veya posa üretiyor. Peki, bizi Sokrates’in “ahlak”ına,
Aristo ve Platon’un “iyi ideası”na ulaştıracak bir mekanizmaya
dönüştürülebilir mi yazı? Güzel bir amaca hizmet etmek için ortaya çıkarılan bu
nesneye o eski haysiyeti geri verilebilir mi? Buna yanıt vermek o kadar güç ki…
Sanat estetikle faydanın bileşimi olarak kabul edilirse eğer –birileri
hala sanat sanat için mi, toplum için mi tartışması yapadursun- edebiyat da sanat
dalları içerisinde yazıyla en haşır neşir ve en vakıf tür olduğuna göre
edebiyata hatırı sayılır derecede ağır bir görev düşmektedir. Evet, doğru
anladınız. Yazıya -insanlığa güzel hizmetler de bulunmuş ve sonra yolundan
saptırılmış bu araca- tekrar eski haysiyeti kazandırma noktasında en önemli
görev kuşkusuz şair ve yazarlara düşüyor. Çünkü şair ve yazar toplumun
hislerinin tercümanı, toplumun vicdanıdır. İnsan yüreğinin dehlizlerine ulaşmada
ve orada yatan güzelliği açığa çıkarmada en başarılı yollardan biri kuşkusuz
edebi eserlerdir. Dünya çok defa tanık olmuştur ki siyasetin, cemiyetlerin çok
defa yapmaya muvaffak olamadığı işleri bir şiir, bir roman, bir türkü başarmıştır.
Eğer edebiyat bu görevi üstlenmez ya da egemenlerin elinde bu amaçtan saparsa
işte o zaman yazı dediğimiz aygıtın biliminden silah, şiirinden hüsran,
sloganından nefret, kanunundan faşizm, katalogundan kapitalizm, gazetesinden
obskürantizm(halkı yanlış bilgiyle yönlendirme), sanat ve edebiyatından bir
yığın faydasız posa çıkar…
Bu benim köşemdeki ilk “yazım”.
Hoş geldim. Siz de hoş bulduysanız ne mutlu. Yazı yazıyoruz ve yazının
mizacında –fıtrat demeyeceğim!- her daim sürç-i lisana gebe olmak vardır. Ne de
olsa tanışmamız da yazıyla. Kusur ettiysek affola…
ATAKAN BUYUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder