DİYALOG

Şiir Saplanması-Gerçeğe Yakın Konuşmalar

BİRİ- Konuşmak için uygun bir yerde değilim. Yazarsan ne iyi olur?

ÖTEKİ- Yazmam. Aradım açmadın. Yazılacak bir şey değil zaten. Sonra söylerim, ne yapalım.
BİRİ- Ooo, pek bir gizemli!

ÖTEKİ- Hem de nasıl!

BİRİ- Kaçırdık desene.

ÖTEKİ- Kırk yılda bir arayalım dedim ama nerede?

BİRİ- Zamanlama, zamanlama. Ne diyecektin yahu?

ÖTEKİ- Kaçırdın. Yalnız bu gün şunu anladım, dayaklık olanın hep kendim olduğunu düşünürdüm, aslında senmişsin.

BİRİ- O da ne demek? Benim dayak yemişliğim çok zaten.

ÖTEKİ- Benden yemen gereken dayak bu…

BİRİ- Ne yaptılar sana, cesaret hapı mı içirdiler?

ÖTEKİ- Ben cesurum zaten. Sadece bir süredir sana karşı cesur olmamayı tercih ediyordum.
BİRİ- Cesaret, cesaret, daha fazla cesaret… Kurtuluş mutlaka ellerimizde…

ÖTEKİ- Bu söylediğini bir de kendinde uygulayabilsen.  Anlatmadığın neler var kim bilir?

BİRİ- Yine çok gizemli… Bir yerlerde bir şeyler mi çıktı acaba? Az mı cesur muşum?

ÖTEKİ- Öyleymişsin.

BİRİ- Nereden kaçmışım?

ÖTEKİ- Nereden mi? Söyleyeyim. Buradan, benden. Kaçmışsın bir zamanlar. Şimdiyi bilemem ama eskiden kaçmışsın.

BİRİ- Biraz daha açık konuşursan mevzuyu çözeceğiz. Açıkça anlat ki ben de neden tokatlandığımı bileyim.

ÖTEKİ- Bence biliyorsun. Akıllı birisin sen.

BİRİ- Hayda! Yahu delirtme insanı.

ÖTEKİ- Peki sayın baltalı ilah, açık konuşayım o halde. Ben seni tanıdığım ilk andan beri sevdim, seviyorum. Bunu biliyordun, bence hala biliyorsun. Sen bir selam verdiğinde günüm aydınlanırdı, hala öyle. Çok şey söyledim sana bu durumla ilgili ama sen bana hiçbir şey söylemedin, söyleyemedin. Ben hep başkalarından duydum senin için herkes gibi olduğumu. Direncimi kırdı duyduklarım. Sana da soramadım. Sonra bıraktım dillendirmeyi, susup kaldım, belki de böylesi daha iyidir dedim. Bu gün; bilmiyorum niye, içimi dökmek istedim, hatırlatmak, hatırlanmak istedim. Rahatlamak istedim biraz. Kendim için bir şeyler yapmak istedim.  Elimden sadece bu kadarını yapmak geliyor.

BİRİ- Bak, sen değerlisin benim için. Seni ne üzmek istedim, ne üzmek isterim. Rahatladın mı peki deli?

ÖTEKİ- Hayır. Rahatlayamadım. Seninle şöyle yüz yüze gönlümce konuşmadan da rahatlayamayacağım. O kadar çok şeyle dolu ki kafam seninle ilgili. Düşünüyorum hep, yaşamak diyorum, sadece bir güne uyanmak ve sonra o günün kepenklerini kapatmak mı sadece?

BİRİ- Elbette değil. Yaşamak direnmektir, sevmektir, avazın çıktığı kadar bağırmaktır, sahneden insanlara bir şeyler anlatmaktır ve daha nice şey… Sen birçoğunu yapıyorsun zaten.

ÖTEKİ- Yapmaya çalışıyorum. Ama biliyorum, ‘geniş zamanlarımız’ yok. Sana sevgimden söz ediyorum ama sen her defasında hiçbir şey bilmeden bir şeyleri savunan, cehalet duvarlarını ziftle ören insanlar gibi davranıyorsun konu sevgim olduğunda. Arkasına sığındığın, sana göre doğru olan, bahanelerden örülü bir duvar örüyorsun kendinle benim arama. Yarıp geçemiyorum o duvarı. İzin vermiyorsun.

BİRİ- Öyle değil. Sessiz kalmayı tercih etmemin bambaşka sebepleri var.

ÖTEKİ- Söyle. Anlat. Razı olma hiçbir sessizliğe. Elden ele dolaşması gereken sessizlik değil, karanlık değil. Ben karanfil beklerken sen bunları uzatıyorsun bana. Umudumu karanlık bir hücreye kapatıp duruyorsun. Çıkarmak zorlaşıyor her defasında.

BİRİ- Umudunu bana bağlama lütfen!

ÖTEKİ- Elimde değil. İnsanız. Umutlarımız, acılarımız var. Yağmurun, mektupların, mumların, anne terliğinin, dağların, doğruların ve yalanların bile var umutları, acıları. Sonsuz hem de…
Ben korkmuyorum; denize bulaşıp mavi olmaktan, çimlere uzanıp yeşermekten, yumruğumu havaya kaldırıp kızıl olmaktan… Kabul etmiyorsun ama sen, korkuyorsun. Korkmadığın tek renk kızıl. Öteki renklere kapama gözlerini, gör onları, tanı. Renklerin içine çivileme dal yahu, ne olacak?

BİRİ- …

ÖTEKİ- Düşünsene bir, her gün binlerce kuş ölüyor. Biz uçuşlarını hatırlasak… Paylaşmak… Ben paylaşmak istiyorum içimde birikeni. Hareketsiz kalıp da tortu haline gelsin istemiyorum. Sana hep koşarak geliyorum, sen bir adım bile atmıyorsun.

BİRİ- Bunları biliyorum. Ama benim hayatım bambaşka şeyler üstüne kurulu. Üzülmeni istemiyorum. Ne diyeceğimi bilmiyorum, elbet konuşuruz bunları.

ÖTEKİ- Hayatının ne üstüne kurulu olduğunu, önceliklerini, beklentilerini biliyorum. Dünyayı sen kurtaracaksın, bunu da biliyorum. Hem de tek başına! Bilmediğim bir tek şey var, onu da anlatmadın hiç. Fırsatın olduğunda bile… Aslında bu da değil mevzu, dedim ya geniş zamanlarımız yok. Hiçbirimizin yarını belli değil. Ben sadece bir defa olsun sarılmak istiyorum sana. Sıkıca sarılmak… Tüm bu söylediklerim… Aslında sadece bunu istiyorum, sarılabilmeyi… Vücuduma saplanmış şiirleri söküp okumanın ya da içmenin tek yolu bu sanırım. Sarılınca bunla yetinebilir miyim bilmiyorum ama… Malum, ne yaparsak yapalım, ‘yetinmezlik hep yürürlükte’…

BİRİ- Sana söyleyemediklerimin sebebi var, az çok biliyorsun bunları.

ÖTEKİ- Hayır bilmiyorum. Bu kez de ben bilmezlikten gidiyorum. Hani şu senin hep gittiğin yer.

BİRİ- Gitme oraya, gel bu tarafa…

ÖTEKİ- Hayır, gitmem gerek. Belki oradasındır, buralarda bulamıyorum çünkü seni. 
Söyleyemediklerin de oradadır belki. Seni yormamış olurum.
Nasıl hissediyorum şu an biliyor musun? Matematiği hiç sevmeyen, kafası rakamlara basmayan ama etrafı çok bilinmeyenli denklemlerle sarılmış bir gibi… Soruları çözmek ha..! Cevaba gidiş yolunu bile bilmiyorum ki, hiç değilse oradan birkaç puan alabileyim.

BİRİ- Konuşacağız hepsini, hesap makinesi getireceğim sana.

ÖTEKİ- Getir getirmesine de ben LEBLEBİ bile yazamam onunla. Neyi hesaplayacağım ki? Sen +Ben= 26,28…Sen-Ben= Şimdiki zamanın rivayeti…

  Sen÷ Ben = Ѵ∞ Sen x Ben= İkimizin karesi…

Havalar soğudu yine, Nisan kendisini Aralık sanıyor. Nisan’a nisanlığını hatırlatsan ne iyi olur.

BİRİ- Hey Nisan, adam ol, akıllı ol… Konuşacağız bir gün, mutlaka…

ÖTEKİ- Umarım… Ha bu arada, Nazım Hikmet olsa ne derdi biliyor musun?  Bilirsin…

“…yani sen elmayı seviyorsun diye /elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir’i  Zühre sevmeseydi artık /yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?..”


ZUHAL DURAN / 9 NİSAN 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder