
Güce, güçlü olana hem
hayrandır ve hem de ondan korkar insan evladı. Bu hep böyledir. Korkar
korkmasına da, asıl acınılası ve itiraf edilmesi gereken güç karşısındaki hayranlık
duygusudur. İtiraftan kastım bu hayranlık çoğu zaman bilinçaltı bir duygudur. Başa
çıkılması daha zor olan budur. Güç karşısındaki hayranlık... Olan bitene bakıp
da düşünmeye kalkışmak ne işe yarayacaktır ki? Onun için en iyisi kendi
köşesinde oturup (yoksa sinip mi demeli), güçlü olanın kollarına sığınıp, onun
kendisine verdikleriyle yetinip, İmparatorluğun Barbarlarla asla karşı karşıya
gelmemesini sağlamasına duacı olmaktır.
Fakat roman bu ya;
bir gün, halk bunu hiç istememesine rağmen Barbar oldukları söylenenlerle karşı
karşıya gelmek, tanışmak zorunda kalır. İmparatorluğun ordusu ayaklanmak üzere
olduğu iddia edilen Barbarlardan bir bölümünü tutsak etmiş ve onları kasabanın
meydanına taşımıştır. “Sancak
taşıyıcısının atını, yolu açmak için ağır bir değneği savuran bir adam
yürütüyor. Onun arkasından bir halatın ucunu tutan başka bir adam geliyor;
halatın ucunda boyunlarından bağlanmış adamlar var, barbarlar, çırılçıplak,
elleriyle yüzlerini tuhaf bir şekilde örtmüşler, sanki hepsinin dişleri
ağrıyor. Bir an bu duruş, liderlerini ayaklarının ucuna basa basa, hevesle
takip etmeleri beni şaşırtıyor, ta ki bir metal parıltısı görene ve durumu
kavrayana dek. Her birinin delinmiş ellerinden ve yanaklarından sade bir metal
ilmik geçiyor. Bu numarayı görmüş olan bir askerin, ‘Onları kuzu gibi yapıyor,’
dediğini anımsıyorum: ‘Hareketsiz durmaktan başka bir şey düşünmüyorlar.’ İçim
bulanıyor.”
Halk bir yandan
Barbarlarla yüz yüze gelir ama diğer yandan imparatorluğun vahşi yöntemlerine
de tanık olur. Bunu gören içlerinden birinin ya da en az birinin kafasında daha önce aklına gelmeyen sorular belirmeye
başlar. O en az biri olmadan ve o en az birinin kafasındaki en az bir soru
oluşmadan da bir şey olmaz zaten. "Aslında barbar kim?" Güçsüz ve
ilkel koşullarda olsalar da barış içinde yaşamaya çalışan toplumlar mı yoksa
daha fazlasına sahip olmak için bu güçsüz toplumları kan ve işkence içinde
bırakanlar mı?
Bütün bunların peşinden son derece sade ve akıcı bir üslupla
ilerleyen evrensel değerlere ve sorgulamalara sahip bir roman Barbarları
Beklerken... Güney Afrikalı, Nobel ödüllü John Maxwell Coetzee'den... Dünya’nın
neresinde olduğu belirsiz bir imparatorluğun en ucundaki bölgede görevli bir
Sulh Hakimi’nin ağzından anlatılıyor o bölgede yaşanan olaylar. Son söz yine
romandan:
"İmparatorluk kendini tarihte yaşamaya ve
tarihe karşı komplo kurmaya mahkûm ediyor. İmparatorluğun saklı zihnini tek bir düşünce
meşgul ediyor: nasıl sona ermeyeceği, nasıl ölmeyeceği, devrini nasıl
uzatacağı. Gündüzleri düşmanlarını kovalıyor. Kurnaz ve acımasız, burnu hassas
av köpeklerini her tarafa gönderiyor. Geceleri felaket görüntüleriyle
besleniyor: Yağmalanan şehirlerle, tecavüze uğrayan halklarla, kemiklerden piramitlerle,
kilometrelerce uzanan harabelerle. Çılgınca ama ölümcül bir sahne bu..."
FİLİZ ENGİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder