İzlemeniz Dileğiyle Bir Film - Deli Deli Olma/Filiz Sonsuz

      Ani harabelerinin önünden ağır ağır ilerleyen at arabaları… Yürüyen yorgun insanlar… Böyle başlıyor film.  Görüntüler Kars’ta olduğunuzu söylüyor.  Bir göç filmi, bir sürgün hikayesi  izleyeceğinizi sanıyorsunuz önce. Günlerce hatta belki aylarca süren yolculuğun, geride kalanların, yolda bırakılanların, neye, nereye gittiğini bilmeyenlerin acı  hikayesi akacak gözlerinizin önünden... Aslında evet, film başlamadan önceki hikaye budur. Osmanlı Rus savaşının sonrasında Rus Çarı’nın,  Kars’a sürdüğü Malakanların  göç sahnesidir ilk izlediğimiz.   Ama film bizi göçten sonrasına götürür. Kars’a sürgün edilen Malakan bir ailenin Kars’taki son ferdinin, Mişka’nın, komşularının verdiği adla Yeke Kişi’nin  hikayesidir Deli Deli Olma.

      Hemen sonraki sahnede Mişka’nın, ölen babasını tek başına toprağa verişini izleriz köylülerle birlikte. Birkaç çocuk, bir iki adam, uzaktan, ağaçların arasından, gizli gizli izlerler Yeke Kişi’nin babasını gömüşünü. Mezar başında yalnız bırakacak kadar uzak, “Urus murus canım, gaç senelik gomşumuz. Getmek gerek.”  deyip, başsağlığı dileyecek,  hastalanınca evlerine davet edip ilgilenecek  kadar yakındır köy halkı Yeke Kişi’ye.

       Popuç Ana’yı anlatmadan geçmek mümkün mü?  Köydeki herkesle, hatta kendisiyle bile kavgalı, köyü kasıp kavuran kadındır Popuç Ana.  Köyün tek  bakkalını işlettiğinden olacak, köydeki para akışını kontrol eden birkaç kişiden de biridir aynı zamanda. Biraz saygıdan, çokça da korkudan, karşı koymak kolay değildir bu güçlü kadına. Herkesle kavgalıdır da, en büyük kavgası Yeke Kişi’yedir. Torunu sorar bir gün, “Nene, niye sevmezsen Yeke Kişi’yi? N’etti sağa?”  Cevap çok serttir, “ Sevmezem tabii. Geldiler torpaklarımıza öz torpakları gibi sahap çıktılar. Heeç görecek gözüm yohtu. Heçç.” Aslında tam da bu cümlede anlarsınız meselenin toprağı paylaşamamaktan fazlası olduğunu. Derinlerde, çok eskilerde yarım yamalak kalmış bir aşk acısıdır size kendini hissettiren. Tam da iki sevdalı kavilleşip kaçacakken anası ayaklarına sarılıp demiştir ki Mişka’ya, “Kurbanın olam Mişka. Türkleri bize düşman etme.”

        Ve Alma… On, on iki  yaşlarında bir güzel kız. Popuç Ana’nın torunu… Müzik yeteneği önce öğretmeni, sonra Yeke Kişi tarafından fark edilen çocuk.  Yeke Kişi’nin köydeki neredeyse tek dostu.  Yaşlı adamla bir çocuğun saf, muhteşem arkadaşlığı ki, filmin neredeyse bel kemiği.

      Bir de piyano… Borç ödeme aracı olarak evden eve gezip duran, sonunda yine asıl sahibine, Yeke Kişi’ye ulaşan piyano…

        Dokusu acı ve öfkeyle örülmüşse de mizahı da görürsünüz filmde. Tam yerinde ve dozunda… Köy kahvesindeki dudak değmez aşık atışması sahnesini, piyanonun köy sokaklarındaki yolculuğunu… Yok anlatmayacağım. İzlemek isteyenler için bakir bir şeyler kalmalı filmde.

         2009 yapımı, Murat Saraçoğlu’nun yönettiği filmde Tarık Akan (Yeke Kişi) ve Şerif Sezer (Popuç Ana) baş roldeler. Alma rolünde Çağla Acar’ın hakkını teslim etmek lazım. Biz yani sevgili Filiz Engin ve ben, belki biraz da haddimizi aşarak film eleştirmeni rolüne bürünüp üçüncü başrolü Alma’ya layık gördük.

        Filmden bana kalan ne mi? Hüzün… Yeryüzüne hakim olan zulüm ve tahammülsüzlük adına hüzün. Umut… İnsan olmaya, insan kalabilmeye, yan yana durabilmeye dair umut.  Bir de şarkı, Yeke Kişi’nin Alma’ya öğrettiği…

"Bir sarmaşık olsaydım
Sıkıca tutunsaydım bir yere
Sökülüp atılmasaydım
Köklerimi salsaydım derinlere

Bir sarmaşık olsaydım
Dolasaydım gövdemi döne döne
Günlerce aynı yerde kalsaydım
Hareketsizlikten uyusaydım

Mense ayrık otuyam
Her çıktığı yerden sökülen
Sarmaşık olmak isteyip de
Basit bir ot bilinen

Bir ayrık otuyam
Kökü olmayan , sevilmeyen
Sarmaşık olmaya özenen…"
                                                            18.01.2016 SONSUZ



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder