muhabbetname-4000 yıl öncesinden

Of ama ya Filiz, ben daha doğru dürüst bir mektup girizgâhını beceremezken ve fakat deli gibi özenirken büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpen girizgâhlara,  şimdi de postacıyı beklemek, zarfı heyecanla açmak gibi heveslerime engel oluyor bu e-postayla ileteceğimiz mektuplar. Ne anladım ben bu işten?

Evet kabul, kağnı hızıyla işleyen posta dağıtım sistemimiz mecbur kılıyor bizi. Hele de bu kadar hız bağımlısı olmuşken, bir videonun açılması otuz saniye sürüyorsa bilgisayarı parçalayasımız geliyorken, haftalarca mektup beklemek adamı delirtiyor. Ama işte şu yaptığım işe mektup yazmak diyemiyorum ben.  Hani diyeceğim o ki, kapını çalan postacının elinden eski usul, zarflı pullu mektuplar alırsan şaşırma. Zira ben ara sıra da olsa, sana, anneme, uzaktaki canlarıma böyle mektuplar yazıp yollamaya devam edeceğim. Belki arasına birkaç kekik yaprağı sıkıştıracağım, belki de çocukken yaptığım gibi elimi kâğıda bastırıp etrafını kalemle çizeceğim falan… Zira ben postacıların fatura, kredi kartı ekstresi ve resmi evrak dışında biraz da yüreğimizi dağıtması gerektiğini düşünüyorum. Hem belki biraz uğraşırsam, annemin Diyarbakır’dan İzmir’e, anneanneme yolladığı ve neredeyse iki ayda ulaşan mektuplardaki gibi “iyi olmanızı yüce Allah’tan niyaz eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim” demeyi de becerebilirim.
 
  Neyse ya, kaptırdım gittim yine yokuş yukarı.

 Mektubunda mektubun tarihçesinden söz edince sen,  aklıma Asurlu kadınlar geldi. Çok güldüm bu arkadaşlara ben. Muazzez İlmiye  Çığ’ın Ortadoğu Uygarlık Mirası-1 kitabında okumuştum. Biliyorsun, milattan önce 2000 yıllarında Mezopotamya’nın kuzeyinde yerleşik bir halk Asurlular. Kafaları da acayip çalışıyor ticarete. Derken sığamıyorlar Mezopotamya’ya. Ürettiklerini satacak yeni pazarlar lazım. Dört bir yana dağılıp, bildiğin pazarlama stratejileri üretiyorlar. Ticaret kolonileri kuruyorlar. En büyük kolonileri de bu günkü Kayseri civarlarında, büyük pazar anlamına gelen Karum ismini verdikleri yer oluyor. Belki de tarihin ilk AVM’si… Kayserililerin ticari zekâsının nereden geldiğini de böylece anlamış oluyoruz efendim. Neyse, lafı uzatmayayım, Asurlu tüccarlar evi barkı bırakıp kurdukları ticaret kolonilerinde ticaretle uğraşırken, geride bıraktıkları eşleri, çocukları da şirketin merkezindeki işleri idare ediyorlar. Yani kadınlar da ticaretle uğraşmaya başlıyorlar falan. Bu arada, doğru okudun, şirket dedim. Zira adamlar bildiğin ticaret şirketleri kuruyorlar. Gerçi henüz anonim, limitet vay efendim holding falan yok, ama şirket işte. Veeee gelelim sadede. Aile içindeki iletişim, henüz akıllı telefonlar, tabletler icat edilemediğinden  mektuplarla sağlanıyor. Tabii, henüz elektronik posta da icat edilemediğinden, mektuplar kil tabletlere yazılıyor ve son derece hızlı çalışan bir dağıtım ağıyla birkaç günde gideceği yere ulaşıyor bu tabletler. Taraflar arasında düzenlenen ticari sözleşmeler, senetler, siparişler ve tabii ki ailevi meselelerin anlatıldığı özel mektuplar… Buraya kadar gülünecek bir şey yok, haklısın. Dur bi, bekle  Asurlu kadınların kocalarına yazdıkları iki mektubu aynen yazacağım sana.

        İlk mektup cadı kayınvalide Tariştum’dan kocası Enlilsani’ye. “Oturduğumuz evin yıkılacağından korkuyorum. Onun için köyde tuğla yaptırdım, zift döktürdüm. Yazdığın kalaslara gelince: Bunlar için muhakkak para gönder… Sakın içkili ziyafetlere, eğlencelere gitme. Gitmeden önce, gelinimiz hakkında bana şunları söylemiştin: ‘Onu babasının evine gönderme, seninle kendi ocağımızda kalsın. Senin kayırman altında evimizi korusun!’ Sen gittikten sonra onun hakkında ne kötü bir söz, ne de dedikodu oldu. Fakat sekiz haftadan beri babasının evinde kalıyor. Onun hakkında kötü sözler işiteceğiz kuşkusuz, fakat benim sözüme aldırış etmiyor.”

          Bir başka kadın, Lamassi, kocası Puşuken’e gönderdiği, artık evine dönmesini isteyen, Asur’da yünün çok pahalı olduğundan dert yanan mektubunun sonunda aynen şöyle söylüyor, “Kız kardeşin Şallim- Ahum, sen gittiğinden beri iki ev yaptırdı. Acaba biz ne zaman yapacağız?  Hiç mi?”

          Bundan 4000 yıl önce… Kili yoğurup hamur haline getir. Hamurdan tabletler yap. Uğraşa didine üzerine çivilerle yaz. Kurut. Sar sarmala, postaya ver ve içinde gelin görümce dedikodusu olsun. Hiç mi üşenmezsin be kadın?

           Bu kil tabletlere yazılan mektupların arasında, şifreli yazılmış, tarihin ilk gümrük kaçakçılığı belgesi de var J Memurlara birkaç papel çorbalık vermesini öneriyor ortağına falan.

               Böyle işte cancazım. Ne çok işe yarıyor şu mektuplar. Belki ileride, kayınvalide olursam yani, oturur sana gelin dedikodusu yapan kayınvalide kıvamında mektuplar da yazarım. Üşenmem de hem. Niye üşeneyim ki? Otur klavyenin başına tıkkıdı tıkkı… Bas “gönder” tuşuna gitsin.

               Hadi, ben kaçtım. Görüşürüz. Çarşamba günü parkta buluşuruz, gazeteleri getiririm sana. On Beş Eylül İki bin On Dört

                                                                                                      FİLİZ SONSUZ

                    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder