
Burhaniye Edremit yolu... Arka
koltukta bir liseli kız, telefonda. Ben dolmuşa bindiğimde konuşuyordu.
Bostancı’ya geldik, hala konuşuyor. Ha, bir de mevsim ilkbahar sonu, yaz başı.
Okullar kapandı kapanacak yani. Yani mezuniyet partileri sezonu… “Saçmalamaaaa,
bana yeşil gitmeeez. Ben kızılım. Havuç gibi mi gezincem ortadaaa.
Bilmiyoruuum, siyahını aliiim diyorum o straplezin. Ya ayakkabıları aldım bileee.
Bilekten bağlamalı. Çantası da vaaar. Üstü küçük küçük taşlı, koca bi de tokası
vaaar. Sen ne giycen? Kırmızı giy sen.
Sana çok yakışıyoo. Gözlerin de mavi ya. Tamam, beraber gidelim o zaman. Bi
sürü değişik şey var orda. Kim? Veli mi? Iııyyyy! Salak o çocuk ya. Kaçıncı
söyleyişim. Anlamıyoo. Meşe kütüğü resmen yaaa. Oooolum diyorum. Sen bi kere
aynaya bak, benden kısasın diyoruuum. Eee ne var ki, Okan Bayülgen de kısa,
diyo yaaa. Ya salaaaak, Okan Bayülgen kiiiiim, sen kim! Bak, bana haber
yollamaya kalkarsa bozum et o salağı, Erdoğan’la gidiyo Ayşe, de. Uğraşamıcam
Veliyle falan. Yaa öööf, şarzım bitiyooo. Hadi öptüm. Baaayyy…”
Edremit Narlı yolu… Narlı
Muhtarlığı’nın arabası… Altınoluk pazarından, çantaları, pazar arabaları ağzına
kadar basılı bir sürü kadın, zaten tıklım tıklım dolu olan dolmuşa biniyorlar.
Çoğu Narlı’nın kadınları. Biri çok yaşlı... Gülbiye Teyze… Onun yaşıtları
muhtemelen periyodik şeker, tansiyon, kolestrol ölçümleriyle uğraşıyorlar.
Bizim teyzenin maşallahı var. Pazara bile gidiyor. Ama nasıl… Muavine sesleniyor, “ Erdiii, şu çantayı go bakam sağlam bi
yakaya oğlum. Yumurtalara dikkat et e mi çocum. Her şey ateş pahası, alıncek
yinilcek gibi değil. Yime de öl diyola bize ya, ölmecez işte… Anam anam, pazar
gezmek yorgunluk, şişti ayacıklaaam. Belim koptu.” Yanında dikildiği kızın yer vermemesine
bozulmuş, “İnen olsa da oturcek yer bulsak…” Kızın kılı kıpırdamıyor, kulağında
ıpot kulaklığı, gözünde sahte RayBan, camdan dışarı bakıyor. Teyze, elindeki
çilek poşetini kızın saçındaki kelebek tokalara astı asacak. Kız hala oralı
değil. Teyze sıkışıklıktan ve sıcaktan kıpkırmızı olmuş bir vaziyette, son
çareyi şoföre çatmakta buluyor. “ Remziii, hiç değilse cumartesi günleri
arabaya yabancılları almayın oğlum. Bizim köyün kızları olsa şimdiye çoktaaan
kalkıp yer verdiydi…” Kız, ters ters bakıyor teyzeye, sonra yine cama çeviriyor
tıp tıp çilek suları damlayan kafasını. Birazdan kıyamet kopacak.
Ayvalığa gidiyorum. Duruşmaya
yetişemeyeceğim sanırım. Yarım saat kaldı, hala İskeledeyiz. Telefon çaldı.
Önümdeki koltukta oturan kadın, açtı telefonunu. Aman o ne cilveler… “ Tamam
şekerim, kırk beş dakka sonra ordayım. Tesislere gel sen, önce kahvaltı yaparız
beraber. Hı hııı! Tamam, öptüm hayatım. Nerden de bulursun bu güzel sözleri,” (kikirdiyor) “Ben de seni…” Telefonu kapatır kapatmaz bir numara
tuşlamaya başlıyor. Daha aradığı numarayla konuşmaya başlamadan bir telefon
daha çalıyor. Aynı kadın çantasından başka bir telefon çıkarıp sinirli sinirli
cevap veriyor. “Ne var!... Edremit’e git taksitleri yatır, dedin ya. Arabadayım
işte. Yok yemek falan akşama. Al gel işte bişeyler.” Tam o sırada diğer telefon
çalıyor. Telaşla meşgule alıyor çalan telefonu. Devam ediyor kocası olduğunu
tahmin ettiğim kişiyle konuşmasına. “Teyzelerine gidecekler öğlen yemeğe,
ayarladım ben çocukları. Tamam. Tamam dedim ya öööffff, konuşturma beni arabada …” Ayvalığa kadar böyle sürüyor telefon trafiği.
Yine Edremit yolu… En önde
oturan yaşlı teyze, şoförün kulağına eğilip sesleniyor. “ Oluuum, ben akdaşda
incem” Şoför muavine soran gözlerle bakıyor, muavin “bilmiyorum” anlamında kafa
sallıyor. Bu kez aynadan teyzeye soruyor,
“akdaş neresi teyze? Bu yolda öyle bir yer yok.” Teyze, daha yolu bile bilmeyen şoföre kızgın,”
vaaar, olma mı? Sen avır avır git, ben gelince sana söylerim.” Araba yavaşlıyor. Birkaç kilometre bu hızla
gidiyoruz. Şoför teyzeye bakıyor aynadan. “Teyze, gelmedik mi daha?” Teyze
artık ne kızgın ne de o kadar emin,“ amaniiiin ne bilem çocum, geçtik sakın?
Ben evvelden geldiydim bi kere. Goca bi daşın üstünü kireçlen boyamışla, goca
goca kamyonla çakıl yığıyodu o akdaşın yanına. Ben tam orda indiydim. Şimdi
yine orda in dedile bene; emme bulamıyom o akdaşı.” Şoför, gülsün mü kızsın mı bilemiyor. “Ohooo
teyze, kaç sene önceki yol inşaatından söz ediyorsun. Akdaş mı kalır o zamandan
bu zamana! İndiğin yerin yakınında ev, cami falan yok muydu, onu söyle
sen.” “ Vadııı, olma mı? Yağ favlikesini geçince gördüm ben akdaşı.” “
Öyle desene teyze! Korkma daha gelmedik fabrikaya, biz gelince seni indiririz.” “Allah razı olsun oluuum, cahillik çok zor.
Allah toprak diye duttuunu altın etsin, savol.”
Soğuk bir Çarşamba günü…
Edremit’in pazarı ya, araba dolu… En arka beşlide zor yer bulmuşum. Yanımda
kasketli, bastonlu bir amca... Önümdeki tekli koltukta genç bir kadın oturuyor.
Çocuğu kucağında. Amca eğilip kadının yüzünü görmeye çalışıyor. Tanıdı.
Bastonuyla çocuğun koluna dokunuyor. Çocukla bir, annesi de dönüp bakıyorlar
adama. Muhabbet başlıyor. “Pazara mı gidiyon enişte? Hava da pek soğuk,
çıkmasaydın ya sen!” “Yok, cenaze var. Sen
nereye el kadar dadayla bu soğukta?” “
Ablama gidiyom, benim adamı işten çıkardılar. Anasından para istedik, vermedi.
Ev kira boğaz satın… Hiç hayır yok kaynanamgillerden. Ablam vercek bi milyar.
Parayı almaya gidiyom” “ haa, eyi eyi
git tabi. Benim oğlan da askerden geldi, everdik. İşi de pek eyi.” Kadın
kaynanasıgilin cimriliğini anlatmayı bitirememiş, “Mezara mı götürceniz
paraları,” dedim. Gıkı çıkmıyo valla. Sen bilmezsin. Ne fenadır onlaaa. Görümce
olcek gız va ya evde, o verdirtmiyo para. Biliyom ben. Kaynataya kalsa, tarlayı
satıp görcek bizim işimizi ya…Allahlarından bulsunla, hastane parası olsun işşşallah,
güzel Rabbim…!” Amcanın anlatacakları da bitmemiş, gaz kesmeden devam ediyor
oğlunu anlatmaya. “ Düğününü kendi yaptı. Allah var ya kuruş harcatmadı bana.
Ev aldı Aliağa’dan, araba da aldı. İki senede ödedi bitirdi hepsini maşallah.”
Kadın, görümcesine, kayınvalidesine duyduğu nefreti, biraz da enişte gidip sağda
solda anlatsın diye beddualar eşliğinde anlatmaya, adam oğluyla övünmeye
çalışarak, ama birbirlerini dinlemeden, duymadan gidiyorlar Edremit’e kadar.
Edremit parkının köşesinde iniyor adam. İnerken soruyor kadına, “Sen bizim hocanın gelini değil miydin?” Kadın şaşkın ve anlattıklarının boşa gitmiş olmasına
kızgın, “ Yoo” diyor. “Senin hanımın teyzesinin torunuyum ya ben, tanımadın
mı?”
Münir Özkul’lu, Adile Naşit’li
kalabalık aile filmleri tadındadır dolmuş yolculukları. Tıklım tıklımdır
çoğunlukla. Ama masada herkese bir tabak illaki vardır. Biraz daha
sıkışıverirsiniz, n’olur yani…
FİLİZ SONSUZ